30 Temmuz 2011 Cumartesi

Ne zaman tanrılara öykünse hep Adem buldu kendini



"İnsan vav şeklinde doğar, bir ara doğrulunca kendini elif sanır,
İnsan iki büklüm yaşar, oysa en doğru olduğu gün ölmüştür".

Meğer bir insanı anlatmak için bir harf yeterli olabilirmiş. Kendini aramak, kendini bulduğun şeyi yaşamak, eğri olmak, dümdüz bir hayatı cenin pozisyonunda karşılamak, ana rahmine dönüş, vav… 

“Deneyimler Tanrısı gösterdi ki; fevkalade ilkeler, kudretli değerler, acemilikler ve hatta aşk, bir fren sesiyle ve bir anda, yerle bir olabilir” (Kitab-ı Egzistans, 1:1–5).

Şimdi büyük ideallerle ilgili kocaman ve iddialı cümleler yazmak ne iyi gelirdi. Yalan söylemek ve fazlasıyla inanmak söylediklerine, dosdoğru olmak, kendini dosdoğru sanmak, muhteşem değerlerin kusursuz neferi olmak, efsane olmak, kabul görme tutkusuyla kabul gördüğün haline sarılmak, kendini Tanrı sanmak yahut en iyi ihtimalle tanrının oğlu, iki de bir “yanlış yapmam ben” demek, iki de bir ilkelerden bahsetmek, “ben mütevaziyim” mütevazisi olmak, çok acı çekmek insanlık için, “hepiniz için kendimi feda ederim” demek, “bana güvenebilirsin” demek, süper egonu kutsamak, kendini -hiç tanımadığın ve seni hiç tanımayan- bir “insanlığa” mal etmek, umurundaymış gibi yapmak, önemsermiş gibi yapmak, sonra içerisinde kabul gördüğün bir klik bulmak, kocaman idealleri olan bir kabilede yaşamak, bazen sunak olarak direğe bağlanan bakire, bazen de kabilenin şefi olmak, onların istediğini yaparak iyi olmak, onların istediğini yaparak onlar olmak, onların istediğini yaparak hiç olmak… Saçma sapandı ama iyi gelebilirdi.

İsa: Orospu çocuğuyum ben.
Meryem: Ama ben hiç orospuluk yapmadım.
İsa: Olsun, ben defalarca orospu çocukluğu yaptım.

Birçok durumda özgürlük insanlara fazlasıyla pornografik gelir. Bu yüzden onlar inatla tutundukları ahlakın vajinasını yalarken bulurlar kendilerini. İronik olan şey ahlakın da çoğu zaman iki bacak arasıyla anlaşılmadık bir derdi olmasıdır. Bu yüzden birçok kabilede, ahlaksızlar genellikle sevişgenlerden seçilip “aslanım sen yanlış yapıyorsun” ritüeline maruz bırakılmak yoluyla arındırılır.

—Aslanım sen yanlış yapıyorsun!
— Niye ki? Anal mı yapmam gerekiyordu?

Bu türden bir ahlaksızın kişisel hikâyesi kimsenin ilgisini çekmeyebilir. Genellikle haz aradığı düşünülür. Sadece haz aradığı düşünülür. Hep haz aradığı düşünülür. Aslında herkesin yapmak isteyip de yapamadığı -ya da daha doğrusu gizli saklı yaptığı şeyleri- açıktan yapan bu ahlaksız, sadece yaptıklarından değil aynı zamanda yapabilme potansiyeli taşıdığı her şeyden sorumlu tutulur.

— Onunla da yattın mı?
— Sana ne?

Maldoror’un 1. şarkısına döner, “uyuz böceği” olur. Hissettiklerini inkâr etmediğinden tepkisi genellikle aynıdır: “Zorunda değilim, -mek zorunda değilim”. Hesaplamalar yoktur. Yatırım yapılmaz. Söz konusu olan “şimdi” olacaktır. Çünkü tecrübeler baki kalacak olanın ne olduğunun yanıtını asla vermezler. Bu yüzden insan içinden çıkamayacağı durumlara düştüğünde kendisine daha da içinden çıkılmaz bir durum yaratabilir. İnkâr edilemez hallere bürünen çelişkilere eşlik eder. Bırakır kendini. Tecrübe eder. “Macera ibadettir”. Kaos ilham verir. Kaos insana kendisinin hiç de özel olmadığını haykırır. Deneyimler ortadadır, deneyimler kimlikleri parçalar.  Kaos son derece sıradandır.

“Sıradanlığın ne demek olduğunu bilir misiniz? Nerden bileceksiniz? Sizler farklı insanlarsınız.”

Böylesi bir sıradanlıkta, başkaları tarafından haz için yaşandığı sanılan her bir tecrübe, aslında bir ana rahmine dönüş çabasıdır. Yaşarsın, evet çekinmeden yaşarsın. İçinde bir karanlık vardır, onun verdiği kudretle yaşarsın. Onun verdiği hırsla konuşur, intikam alır gibi üretir, nefret eder gibi seversin. Sokağa çıkar en olmadık insanları bulur, en olmadık şeyleri yaşarsın. Duvarlara vurduğun balyoz darbeleriyle kendini ararsın.

“Ve şeytan iyiliğin ne kadar sıkıcı olduğunu fark eder”.

Güzel bir tarafı da vardır bunun. Her şeyi bayağılaştığı böylesi bir sıradanlıkta hakikat kırıntıları parıldayarak kendini gösterir. Ötesi anlamsızlaşır. Hakikat bir kere görünür olduğunda neyin ardına gizleniyor olduğunun önemi yoktur. İşte böyle bir sıradanlığın büyüsü budur: Gerçek ilgi, gerçek mücadele, gerçek sevgi, gerçek hasret, gerçek ilişkiler, gerçek arkadaşlar, gerçek özgürlük, büyülü gerçeklik…

—Bana beni anlatmayın bayım, benimle dans edin!

Böylesi bir sıradanlıkta, kutsanacak olan şey, korkak bir erdemle vazgeçtiklerin değil, mücadele ettiklerindir. Kilometrelerce ötede yaşayan bir adamla aşk yaşarsın. “Denedim” dersin ona ve o hissetmiştir bunu çoktan. Annenle karşılaştığında bacaklarının arasına kafanı koyup düşünürsün. “Geri dönmek istiyorum” dersin, o seni sokağa salar.

Meryem: Artık akşam ezanından önce eve dönmene gerek yok.

Eve dönmene gerek yoktur zira dönebileceğin bir ev de yoktur. Evinde hissedemezsin. Neyi arıyorsan onu sokakta bulacaksın. Neyi arıyorsan onu insanlarda bulacaksın. Fakat insanların yaraları vardır. İnsanlar incitilmiş, terk edilmiş, aldatılmış, tecavüze uğramış, kurşuna dizilmiş, recmedilmiş, iftiraya uğramış, damdan atılmış, ezilmiş, kaybetmiş ya da daha kötüsü kendilerini inkâr ediyor olabilirler. Onları seversin. Onlarla var olursun ama onlara müdahale etmeden. Herkese deneyimleri kim olduklarını öğretir, sen eşlik edersin. Kimseyi harcamazsın, onları teşhir etmezsin.

— Seninle gözlerindeki sürmede seviştim, haberin bile yok.

Eninde sonunda inanmaz kimse gerçekliğine. Hissettiklerini yaşadıkça insanlar korkar. Söylediklerin ve yaşadıkların kaşındakini saklandığı yerden çıkarırsa, yine hayata dair kocaman cümlelerle saklandığını görebilirsin. Aslında kocaman cümlelerle senden aklanır insanlar. Deneyimlerinden aklanırlar. Eninde sonunda kendini yine bir kabilede direğe bağlanan kurban olarak bulursun. Biraz içersin, biraz sarsılırsın, Nazan Öncel dinlersin, aynanın karşısına geçip saçlarını kesersin, daha okur, daha yazarsın, sonra sis perdesi dağılır, kadınlarına/kadınlığına dönersin. Sokağa çıkarsın, kendine daha büyük bir felaket bulup kurtulmaya çalışırsın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder