31 Mart 2012 Cumartesi

Yaz-Adam

Herkes dosta yazmış arzuhalini
Benimkini ürüzgara yazmışlar
Sümmani


0

Yaz, dedi, Tanrı’nın kalemiyim ben.
“Başlamak, ama hikayeyi devam ettirememek, tıkanmak, kelimelerle yıkanmak var. Yazıp yazıp silmek var mesela. Üzerine almak, söylenenden alınmak, ihtimaller içinden konuşmak var. Umurunda olduğunu varsaymak, olmadığını umursamamak var.”
“Yine de yaz” dedi şey-tanımsı, “o vakit derd-i Kerem, zevk-i elem olur.”


IV
CAHİT: Düşmeyi bilirsen yara almazsın. Çocuk ol, ‘Acımadı ki, acımadı ki!’ diye bağır karşındakine. Bırak, kaybettiysen üzülme. Başkasına anlatma; işe yaramaz. Kendine dön. Acın yalnız senindir, yalnız senin için değerli. Bu yüzden sus. Paylaşmaktan vazgeç ve büyü.
TAŞRALI: Düşmeyi iyi biliyorum. Her yanım yara. “Acımadı ki” diyorum; ama ağlıyorum. Kaybetmeye alıştım da ne zaman kazanacağım? Tamam, sustum ve farz edelim ki büyüdüm. Ama hâlâ tekim. Acım yalnız benim ve ben yalnızım. Siz nasıl başarıyorsunuz iki kişi olmayı?

CAHİT: Biz iki kişiyiz işte be oğlum. Farkındaysan hâlâ bir kişi olamadık.

TAŞRALI: Ama ben hep bir kişiyim. Bak, iyi dinle: (On bin yıldır devam eden bir maceranın çok da özel olmayan bir versiyonu var burada) ... Her acıklı kaybeden erkek hikâyesinde olduğu gibi kadın “o adam”la gitti. Ben, bir şey olmamış gibi vedalaştım. Sonra oturdum (Neyin nereye oturduğunu hepimiz biliyoruz). Elbette dağıldım… Olaysız…
CAHİT: Artistlik mi yapıyorsun? Olaysız dağılmanın alegorisi mi şimdi bu?
TAŞRALI: Hayır, ta kendisi. Kaldım öyle.
CAHİT: Haribolar n’oldu peki?
TAŞRALI: Gittiler, bir küçük burjuva hayalinin peşinden.
CAHİT: Ortodoks kafana sıçiym. Kız seni istememiş, o kadar!
TAŞRALI: Neden istememiş?

III
Birkaç gün önce, bir gece, bir bar… Masada üç erkek, iki kadın…
GARSON: Orada oturma artık. Diğer arkadaşlarının yanına git.
TAŞRALI: Çok mu ayrı duruyorum?
GARSON: Adam adama oynuyorlar. Herkes almış alacağını.
TAŞRALI: Nasıl almış?
Taşralı, diğer masaya gitti. Kokteyl renkli, arkadaşlar sevimli, gidişat kötüydü. Malum kişinin de o masaya çağrılmasının pek anlamı olmadı. Yani kız geldi, anlam gitti. Sonra düz adam göründü, kızı aldı ve çıktı - düz adamlar böyledirler; güzel kızları alır ve çıkarlar. Kal demenin işe yaramayacağı klişe film sahnelerinden biriydi. Taşralı sustu. Alıntılarla konuşmayı seven Entel Hasan, en sevdiği şairin bir dizesiyle açıklık getirdi duruma: Savaş bitti koynum boş.

II
Birkaç hafta önce, bir gece, bir bar… Adam ve kadın çok yakın. Çevreden alkış sesleri yükseliyor. Ab-ı hayatın kıyısındalar. Korkuyorum demekten korkan adam, kelimeyi değiştiriyor. Tırsıyorum diyor, korkmanın yaratacağı romantik çağrışımı kırmak, yüzündeki ağlaklığı bozmak için. Ne’den tırstığını soruyor kadın. Adam cevap veremiyor. Dans devam ediyor, pistte yalnız bir çift… Ve inzal.

I
Birkaç yıl önce, bir gece, bir bar… Adam ve kadın çok yakın değil. Aralarında ne olup bittiği meçhul. Yine de eğleniyorlar. Mekan kalabalık ve müzik bitmek üzere. Kadın adama yaklaşıyor: “Bu gece nerede kalıyorsun?”… Gün ağarıyor, adamın beyninde hep manalı bir uçurum.

V
Zorlama bir gülücük ve bıkkın bir surat karşılaşır okul bahçesinde.
TAŞRALI: Abi n’aber?
CAHİT: İyidir be oğlum. Ders mers, uğraşıyoruz işte. Sen nasılsın?
TAŞRALI: Bildiğin gibi. Canım sıkkın.
CAHİT: Oğlum bak, havalar ısındı. Bahar geldi, neredeyse yaz oldu. Kurtul artık şu depresif kafadan. Hayat güzel.
TAŞRALI: Haklısın. Mutluyum aslında. Hayat güzel, koynum boş.


Boşluk boşken ve yalnız yokluk varken Tanrı’nın kendisiyle konuştuğudur: “Ben buradayım sevgili sevgilim, sen neredesin acaba?”

24 Mart 2012 Cumartesi

Kara Adam


        "Don Quijote, kitapları kanıtlamak için dünyayı okumaktadır. Ve kendine, benzerliklerin ayna

gibi yansımalarından başka kanıt vermemektedir," Foucault.


Part III

...
Kolları tekerlekli  sedyeye düğümlü, soğuk koridor
Başında beş büyük akbaba, 
babalar ak, adam kara... Ya da Martılar

Ak ışıklar yanar söner, 
Ya da gözünün feri, ne bilir adam?
Var mıdır karanlığın rengi?
Ya da aydınlığın karası?

Bir parlak bir karanlık meçhul otoban, 
Sonu ak mı kara mı?
Bilmez ak-babalar,
Bilmez kara adam...

Bir ak-aban-baba-aban adamın üstünde
Ak-baba bir ak, bir kara
Ya da gözünün feri, ne bilir adam?
...
Nefes alır kara adam,
Ya da zorla üflerler ciğerine, kim bilir?
Ak-babalar!..
Bilir, fayda etmez.

...
Part IV
"Hastayı kaybediyoruz!" der, sunni teneffüsten arta kalan nefesiyle... Belli başı döner, adamın kalbi üstünde artık elleri titremektedir ya da ellerinin altında adam... Işıklar hiç bu kadar soğuk olmamış, iki parça üniformasının içinde o hiç bu kadar hararetlenmemiştir... Ya da adam sedyenin üstü, ateşlerin içinde iken o kanı serin kalamamıştır.

Part I
Serin bahar günü çimlerin üstünde,
Sayfa 121 "Bir gün canımı istersen gel ve al!" diyordu...
Repliği gereği kara adam...

TRİGORİN -  Evet... Evet... Temiz bir yürekten kopan bu çağrıda neden bir keder çınıltısı duydum, neden acıyla burkuldu yüreğim?.. Eğer bir gün hayatım sana gerekecek olursa gel ve al onu. Bir gün daha kalalım!

TRİGORİN - Kalalım, ne olur! 

ARKADİNA - Seni burada tutan şeyin ne olduğunu biliyorum canım. Ama kendine hâkim ol. Başın döndü biraz, ayıl.

TRİGORİN - Sen de ayıl, mantıklı, akıllı ol. Çevrende olanlara gerçek bir dost gibi bak ne olur! Fedakâr bir insansın sen... Arkadaş olalım... Vazgeç benden...

ARKADİNA -  Böylesine kapıldın demek?

TRİGORİN - Beni ona doğru çeken bir şey var! Bu belki de bana gereken şeyin ta kendisi.

ARKADİNA - Taşralı bir genç kızın aşkı, öyle mi? Oh, öylesine az tanıyorsun ki kendini!

TRİGORİN - İnsanlar ayakta uyurlar bazen. Şimdi seninle konuşuyorum ya, aslında uykudayım sanki ve düşümde onu görüyorum... Tatlı, olağanüstü düşler kapladı beni... Bırak gideyim, ne olur...

ARKADİNA - (Titreyerek) Hayır, hayır... Nihayet herhangi bir kadınım ben de, böyle konuşamazsın benimle... Üzme beni Boris... Korkunç bütün bunlar...

TRİGORİN - İstesen olağanüstü olabilirsin. Dünyada mutluluk verebilecek tek şey, taze, şiir dolu, insanı hülyaların dünyasına çeken bir aşk olabilir ancak! Ben böyle bir aşk yaşamadım daha! Gençliğimde, editör kapılarının eşiğini aşındırmaktan, yoksullukla boğuşmaktan vaktim olmadı... Sonunda gelip buldu beni o aşk, el ediyor, çağırıyor... Niye kaçayım ondan?

ARKADİNA - (Öfkeyle) Sen aklını kaçırmışsın!

TRİGORİN - Varsın olsun!

ARKADİNA - Hepiniz bana acı çektirmek için söz birliği etmişsiniz bugün! (Ağlar)

TRİGORİN - Anlamıyor! Anlamak istemiyor! 

ARKADİNA - Öylesine yaşlı ve çirkin miyim ki başka kadınlar hakkında utanıp sıkılmadan konuşuluyor benimle? (Trigorin 'i kucaklayıp öper) Oh, sen çılgına dönmüşsün! Güzelim benim, olağanüstü sevgilim! Sen benim hayatımın son sayfasısın! (Önünde diz çöker.) Sevincim benim, gururum, mutluluğum! (Dizlerine kapanır) Beni bir saatliğine bile bırakacak olsan yaşayamam, aklımı kaçırırım, olağanüstü erkeğim benim, kulu kölesi olduğum, efendim...

TRİGORİN - Bir gelen olur... (Kalkmasına yardım eder)

ARKADİNA - Gelsinler, sana olan aşkımdan utanç duymuyorum ki. (Ellerini öper.) Hayatımın zenginliği, deli bozuğum benim; bir çılgınlık yapmak istiyorsun sen, a-ma ben istemiyorum, bırakmayacağım seni... (Güler.) Be-nimsin sen... Benim... Bu alın, bu gözler, bu güzelim ipek saçlar benim... Tümüyle bana aitsin sen... Öyle akıllı, öyle yeteneklisin ki... Bugünün yazarlarının hepsinden üstünsün, sen Rusya'nın biricik ümidisin... Sende öylesine içtenlik, yalınlık, tazelik, öyle sağlıklı bir humor var ki... Bir insanı, bir doğa parçasını en belirgin çizgileriyle bir çırpıda yaratabiliyorsun sen. İnsanların yaşıyor senin! Oh, seni heyecana kapılmadan okumanın olanağı var mı! Dalkavukluk yaptığımı, yalan söylediğimi mi sanıyorsun? Şu gözlerime bak... Bak... Bir yalancının gözleri olabilir mi bunlar? Görüyorsun işte, senin gerçek değerini ben biçebilirim ancak, sana doğruyu söyleyen tek kişiyim ben, sevgilim benim, biricik erkeğim... Geliyorsun değil mi? Ha? Bırakmayacaksın beni, değil mi?

TRİGORİN - İradem yok benim... Hiçbir zaman da olmadı...Uyuşuk, gevşek, nereye çekerlerse oraya giden biri... Kadınlar boyle bir erkekten nasıl hoşlanır? Al beni, götür, ama bir adım öteye bırakma kendinden!

ARKADİNA - (Kendi kendine)  Elimdesin artık!.. (Hiçbir şey olmamış gibi pervasızca) Yine de istiyorsan kalabilirsin tabii. Ben giderim, bir hafta sonra da sen gelirsin. Niye acele edesin ki? 

Part II
...
Karısıyla çalışıyordu,
İronik...
Kadın titriyordu,
Ya da cebindeki telefon. 
... 
Sarsıldı kadın,
Ya da ilişkileri,
"Ne oldu?" demişti kara adam,
Kadının yüzü ap-ak
Kadının yüzü kap-kara
"Açıklayabilirim!" derken... 

...
Kara adamın kalbi kıp-kırmızı, 
Alnı ap-ak, düşündü...
"Ben mi soluyorum, yoksa güneş mi?"
"Esen rüzgar mı yoksa, leşime gelen akbabaların kanat çırpışı mı?"
"Canımı almaya geleceğin gün, bugün mü?"

...
Ambulans yolda, canını mı almaya geliyor, geri vermeye mi bilmiyordu kadın, bilmiyordu adam... Kapılar açıldığında kara adam çimlerin üstünde, kapılar kapandığında kara adam sedyenin üstünde, kapılar açıldığında kara adam ışıkların altında, kapılar kapandığında kara adam ölümün pençesindeydi... 
Onu kurtarmaya çalışan beş doktor, 
Peşleri sıra koşan bir kadın, 
sıkışan bir kalp vardı...