15 Temmuz 2019 Pazartesi

Abi biz seni aslında o kadar da özlemedik!


          Ankara'dan ayrılmayan çok az kişi kaldı. Eski apartmanın sokağında oturan kalmadı. Oradan yolu geçen bile çok az artık. Benim için ise memleket gibi bir yer haline geldi Ankara yedi yılda. Burada bana sıkça sordukları bir soru var. Nerelisin. Zonguldaklıyım diyorum aa uzakmış buradan diyorlar. Gitmiyorum ki diyorum yıllardır bir bağım kalmadı. E Trabzon desen yer bilmem yol bilmem. Hiç oralı olmadım. Memleketim Ankara gibi artık. Ankara'dan haberler geliyor bana sadece. "Abi filanca dükkan açtı", "falanca yeni işe başladı ama partonu şu şey, bilirsin tam bir şerefsiz", "abi şu falanca dükkandaki kadın vardı ya akşam onda kaldım." Memleket gitmesen de görmesen de sana haberleri gelen yer işte.



          Aylar sonra memlekete gittim. Apartman ahalisinden orada olanlarla ve apartmandan yolu geçen çocuklarla da görüştüm. Aslına bakılırsa çok da apartmanlı sayılmam sakinlerine soracak olursanız. İki kere çeşitli ortamlarda bana "dış kapının dış mandalı" denmiştir. Dış kapının dış mandalının da aynı binada olduğunu söylememe gerek yok zaten. Ama asıl derdim bunlar da değil. 

          Apartmandan yolu geçen "bizim çocuklardan" birkaçıyla garip bir gece geçirdik. Anlatılması çok zor. Başlıktaki tek cümleye sıkışmış bir şey de değil bu. Yaş almakla ilgisi var elbette. Saygı görmek değil de memlekette rahat hissedememek rahatsızlığı biraz da. Pipini görmüş insanların içinde olmak, neden öyle yaptığının nedenlerini en az senin kadar bilen ama akraba olmayan insanlarla görüşmenin verdiği rahatlık. "Ya şu içkinden bana da bir bardak versene" ya da "ne zamandır görüşemiyoruz sizi çok özlüyorum" cümlesindeki başkalarına yüzeysel gelecek ama memleketlilerinde bir şeyler ifade edebilecek bir şeyler. Hiç biri olmadı tabi, içki anca bize yeter abi istiyorsan sana da söyleyim ve abi biz aslında seni o kadar da özlemedik açıklığında kurulan cümlelerle geçen bir gece oldu.
          Buraları artık kim okuyor bilmiyorum ama sitem ettiğim kesin olmakla birlikte asıl derdim sadece sitem etmek değil. Bu lafları duyduktan sonra biraz can yakmak da istiyorum. Yüreklere bir sızı bırakmak, bazı günler vicdan azabından uykuları kaçırmak. Harcayacak kadar çok parası olmayan çocukların ceplerindeki bozuk paraları tren raylarına koyup trene ezdirmelerinden aldıkları zevk gibi bir şey. Madem bir şey alamıyorum, biriktirip eziyet çekeceğime, ezdirip eğleniyormuş gibi yaparım.  

16 Ekim 2018 Salı

Zarflar ve Dudaklar

Sevgili Dekanlık;

Üzerinde 4 adet gizli damgası bulunan (kırmızı) zarfınızı bütün samimiyetsizliğiniz göstergesi olarak aldım. Ki bu alışımı da Nuray Hanım benden imza almak suretiyle kayıt altına da aldı. Kayıtlara olan bu düşkünlüğünüz düşünüldüğünle imzalamış olduğum tutanağa severek ve tekrara tekrar bakacağınızı bilmek beni bütün bu saçmalıkların içerisinde mesut eden tek şey.




İlgili soruşturma metnine cevap olarak bu tarz bir üslup seçmemin nedeni ise – farkında olun ya da olmayın- sizin de aynı saçma üslubu takınmış olmanızdır. Fakülteleri yöneten kişilerin (dekan) profesör titri taşımalarının bir zorunluluk olduğunu zannediyordum. Ancak bugün fark ettim ki bir profesörün asla uğraşmayacağı, akıl edemeyeceği, başkasının anlatması halinde hayretlerle şaşıracağı, hatta bu nedir yahu diye soracağı işlerle uğraştığınızı fark ettim. Bu beni ne kadar derinden yaraladı tahmin bile edemezsiniz.
Bir avukatlar ordusuna vekalet vermiş olmama rağmen, bu savunmamı size avukatlarım değil de doğrudan ulaştırmamın nedeni bana aynı konuşmada üç kere üst üste çay içermişiniz diye sormanızdan kaynaklanmaktadır. Zira aramızdaki bu samimiyeti, günümüzde herhangi bir önemi olmayan avukatlık mesleği ile zayıflatmak niyetinde değilim. Sizin de daha iyi bileceğiniz gibi (ki elime geçen metinden hukuki olayları çok iyi bildiğiniz anlaşılıyor) tarafıma verilen idari görevleri -ki 6 aydır bir gün bile boş bırakmazsızın- layıkıyla yerine getirmiş bulunmaktayım.
Tebligat evrakında belirtilen saatler arasında görev yerimde olamadığımı size düşündüren şeyin ne olduğunu çok merak etmekteyim. Ayrıca benim gibi tebligat yolladığınız on beş arkadaşımın zarflarının yalanması için ne kadar süre harcandığını da merak etmeden duramıyorum.
Sonuç olarak belirtilen saatler içerisinde görev yerindeydim. Her ne kadar ilgili saatler içerisinde tam olarak hangi dakikada, hangi uzay zamanda yer kapladığımı kesin ve net bir şekilde bilmemekle birlikte görev yerim olduğuna neredeyse emin olduğum fakülte binası içerisinde bulunduğuma şahitlik edecek pek çok duvar ve kamera olduğunu zannediyorum. Konunun duvarlara da sorularak -hem benim hem de sizin- merakınızın ivedilikle (2 gün) (iş günü) içerisinde giderilmesini önce yüce fakülte adaletinden sonra da sizden arz ederim. (Çok da şey yapmamak lazım, evle okul arası 10 dakika, bu kadar gerilmeyin derim.)

2 Ağustos 2018 Perşembe

Oynamazsan Kaybetmezsin







Nüfus cüzdanımın arkasında “Kayıtlı Olduğu” başlığında bir bölüm var. Bana ne zaman nerelisin diye sorsalar burada yazanları söylerim. Kimliğimin “arka sayfası”nda yazan memleketim benim için cenazaden cenazeye gidilen bir yer olageldi aslında. Telefonum çaldı, filancanın falancası ölmüş, şu zaman cenaze var denildi, atladım gittim. Çok tanımadığım, genellikle sevmediğim, yaşamları boyunca kendisi ve çevresi için pek bir şey yapmamış onlarca insan gömüldü memleketimin topraklarına.
Hemen hepimizin hayatında etkisi olan J.R.R. Tolkien bir söyleşisinde şöyle diyor: “İnsanlarda ilgi uyandıran, hatırı sayılır bir süre onların dikkatlerini canlı tutan tüm uzun hikayeleri gerçekten tek bir şeye indirgeyecek olursanız… ölüm hakkındadır, ölümün kaçınılmazlığı hakkındadır.”
Özellikle sevmediğim, hayatımda ya da başkalarının hayatında hiçbir etkisi olmadığını düşündüğüm insanların cenazelerine katıldığımda, artık ölmüş olan insanların arkasından hep güzel şeyler denilmeye çalışıldığını gördüm. Her yaşayanın yaşarken olmasa bile öldüğünde sevenleri oluyordu. Yaşayanlar özellikle ölüleri hakkında kutsayacak şeyleri çok çabuk buluyorlardı. İlgili olsun ya da olmasın- karşıdaki kişi artık ölü olduğundan- ölen hakkındaki olumlu hikayeler, itiraz edecek ve kendisi hakkında söylenenlere karşı çıkabilecek bir yaşayan kendi olmadığından rahatça söylenebiliyordu. Bunun bir istisnasıyla karşılaşmadım şimdiye kadar. Sıkça duyduğum bir başka şey ise, köyün “delisi” ya da “değişiği” ile ilgili olumsuz hikayelerin de zaman geçtikçe kutsal hikayeler haline getirilmesiydi. Şimdi yaşadığım yerde bir türbe var. Zamanımızdan yüz yıl kadar önce yaşamış bir “mahalle delisi”ne ait bir türbe. Bütün yapıp ettiği o “delilikler” öncü bir toplumsal seziyle bezenerek kutsanmış durumda şu an. Kim bilir yaşarken neler çekti şimdiki insanların anne babalarından.
Demem o ki insanlar gündelik hayatlarında içinde bulundukları toplulukların mutluluğu ya da beraberliği ya da daha kutsal şeyler adına bir şey yapsınlar ya da yapmasınalar, öldüklerinde bir şekilde kutsanıyorlar. Genel olarak küçük gruplar için geçerli bir şeydir bu. Büyük topluluklarda ya da toplumlarda hegemonya, ideoloji ve tarih yazımı gibi şeylerin etkisiyle çok farklı seyir alabilir gündelik hayatlarımızın sonraki anlatıları. Ancak bahsetmek istediğim, bir şey yapmaksızın kutsanacağımızı ve öleceğimizi bilmemizdir. Burada bir şey yapmaktan kastettiğim şeye itirazlarınız olabilir elbette ancak bir şey yapmaktan kastettiğim şey topluluk için bir değer üretmeden ibaret yalnızca, bu değer halen var olan ve diğer gruplar açısından değer olarak sayılan bir şey de olabilir tam tersi bizim gurubumuz/gruplarımız tarafından karşı çıkılan ya da uzak durulan bir değer de olabilir. Burada kişileri ikna kabiliyetleri ve grubun/gruplarının dinamikleri ve potansiyelleri ile baş başa bırakmakta ciddi fayda var.
Sürekli “oyundan kaçan” hiçbir şey yapmadan hayatını neredeyse ölümüne kadar geçen zaman içerisinde salınıma bırakan, oynamadığı ve oyundan kaçtığı sürece kutsanan bütün davranışları kritik etmek istedim yalnızca. Serzenişimi ufak bir notla bitirmek istiyorum: “Hayat ... hayat yalnızca çay ve sandviçlerden ibaret değil...”

2 Şubat 2018 Cuma

Kusuntu


Sana bir şeyler yazmak, sana bir şeyler kusmak artık. Hayır sevgilim sana değil, sevgili dostum sana yazıyorum. Harflerim, sindirilmiş ama hazmedilememiş yenilebilir şeylerin vücuttan dışarı atılmasındaki gibi kokulu, dağınık, çirkin, gereksiz ve sinir bozucu göründü hep sana. Tamam tamam kustum, her zamanki gibi kusan temizler.

21 Kasım 2017 Salı

Kılıcımda Hüzün

Fütursuzca laf sokmalar, nereye varacağı belli olmayan ama acıtacağı belli olan tartışmalar, nereden çıkacağı belli olmayan ama en beklemediğin anda çıkacağı neredeyse kesin olan talihsizlikler. Bunalımlar çağının tam ortasında, faşizmin olgunluk çağında bizlere düşen de birbirimize güvenmemek oldu. İyi bir şey söylerken hatta düşmana bir ağız dolusu küfrederken sizi yanlış anlayan arkadaşlarınızdan sevgililerinize kadar, sevdiğiniz bu insanlar neredeler sinir krizi geçirdiğiniz zamanlarda. “Siz yok musunuz siz derya kuzuları”, gürültülerle çevrili cibinliğinizin içinde uyumaya çalışırken birden ağzınıza o cigarayı dayayan sevgili dostlarım, burada “ben iflah olmam”.  

12 Ekim 2017 Perşembe

Bazı noktalar birleşmek istemiyor.





Saldırı, yardım, özlemek, arkadaşlık, gece oturması, kadın, seks, Amsterdam, tez yazmak, gitmek, gitmek istememek, gitmek istemek, fotoğraf, baba, yarıda kesilen kahkaha, erkeklik, loveing the strange things, aldatılmak, aslında öyle olmaması, insanların seni öldürmek istemesi, herkesin ölmesini istemek, kek, siroz, aslında herkesin ölecek olması, post-it, balkonda oturmak, nevresime yazı yazmak, boğazının sıkıldığını hissetmek, koşarak gelip sana sarılınması, yorganın içindeki sen’e öpücük, sıcak simiti peynire sürmek, gazozun içindeki leblebi, köpeğin sana alışması, falım sakız, iki lirayla on üç gün geçirmek, yalandan da olsa duyayım yalanlar hoşuma gitmeye başladı, pis mutfak, yeni klozet kapağı, kapının çalmasını istemek, kapının hiç çalmamasını istemek, dilin tütünden uyuşması, karbonat, beş ciltlik ansiklopedi, üzüldüğünü söylemeye utanmak, filler ve baykuşlar, bağıra çağıra kavga etmek, beyin kanaması, sürekli neden diye sormak, yazılan çoğu şeyin zaten saçma olması, tesellinin felsefesi, sabah duşu sonrası ıslak saç, kurşun kalem, odasına sakladığım not, havuç ve parmaklarının boğumları.

28 Eylül 2017 Perşembe

Sağolasın Ford Perfect!

Eric & Ali… Sonrasında Erica & Ali… Giden yıllar geri gelmiyor ama bu kadar vaktin ardından fark ettiğinde kendini “siyahlar kenara çekilsin” diyen Django gibi hissedip hayallere altıpatlarla saldırabiliyorsun. Sağolasın Ford Perfect! Beni Hayalet ırkçılarından bir kere daha kurtardın zira...