22 Şubat 2012 Çarşamba

İNEĞİN İ'Sİ


Milli Eğitim’in, okullara uygun gördüğü 1. sınıf Türkçe ders kitabından 5 dakikalık tarama sonucu bulunan inek resmi özenle kesilir ve küçük boy çizgili deftere prit vasıtasıyla yapıştırılır.  Yapıştırılan inek resminin yanına ‘inek’ yazılır ve ‘i’ harfi yuvarlak içine alınır.
-          “Bu hangi hayvan?”
-          “Eşek”
-          “Bu resimde gördüğün ‘inek'. Şimdi biz ‘inek’in ‘i’sini yazacağız. Ne yazacakmışız, sen söyle”
-          “İneğin i’si”
-          “Çok güzel! Hadi başla bakalım”
Orta düzey zihinsel yetersizlikten etkilenmiş 10 yaşındaki Esma, bebekken geçirdiği havale sonucu beyni ve vücudunun sol tarafı hasar görmüş. Biraz tombiş, az biraz ağır aksak oldukça da kikirdek bir çocuk. Esma ile yaklaşık 2 aydır ‘i’ sesi üzerine çalışıyoruz. Ben fosforlu kalemlerle ve el yazısıyla harfleri bütün bir sayfa boyunca yazıyorum o da, motor gelişimi henüz tam olmadığı için, kurşun kalemle üzerinden gidiyor. Sayfa sonuna geldiğinde, masaya abanmış vücudunu ağır hareketlerle kaldırarak:
-          “Örtmenim bitti!”
-          “Güzel! Ne yazdık Esma?”
Boş ve anlamsız bakışlarla ve tabii yavaşça önce bana sonra deftere bakan Esma, benim tepkisiz ve donuk suratıma ikinci bir defa daha bakıyor, bir iki saniye daha deftere bakıp bana dönmesini umutla bekleyen ben, Esma’nın şaşkınlık ifadesine, umutsuz bilemeyişine tepki vermeden diğer çocuğun defterine dönüyorum. Yan gözle izlediğim Esma birkaç saniyelik duraksamadan sonra kendi alemine kaldığı yerden devam ediyor. Bir iki kere yerinde kıpraşıyor. Yavaşça ve sürtünerek sandalyesinden kalkıyor, tek el hareketiyle tekrar oturmak üzere çektiği sandalyesi iyice yamularak yanındaki arkadaşını daha da sıkıştırarak oturuyor ve başlıyor onun yazdıklarıyla ilgilenmeye.
-          “Yanlış yazıyorsun, öyle olmicak, böyle olcak”
….

Aradan 10 dakikalık bir süre geçiyor. Ben harflerle cebelleşirken Esma yan taraftan sesleniyor:
-          “Örtmenim!”
Dönüyorum.
-          “İneğin i’si”
Aklımdan çıkmış. 2 saniye geçtikten sonra gülmeye başlıyorum.
-          “Evet ineğin i’si”  J


Not: Yalnızız işte… Yalnız olduğumuzu paylaşabileceğimiz kimse de yok. Ne tuhaf! Tek yapabildiğimiz, kabiliyetimiz elverdiğince dikkat çekmeye çalışmaktan ibaret. Ne kadar başarılıyız, tartışılır. Renklerin, kelimelerin, görüntülerin seslerini işitir gibiyim. Gibi gibiyim...

18 Şubat 2012 Cumartesi

Bağlamsız.

Eller. Eller çok çeşittir; makaseller, nasırlıeller, kemiklieller, yadeller, yabaneller, mutsuzeller. Mutsuzeller? Mutsuzluk siner mi ellere, bir ele bakıp, farkedebilir miyiz mutsuzluğunu o elin? Bilmiyorum.
Düşünmek için çok fazla fırsata sahip olmak, bazen hiçbir anlam ifade etmeyen bir durumdur. O fırsatın, düşünceye çevrileceğinin bir garantisi değildir, o fırsata sahip olmak. Dolayısıyla düşünmek için bir fırsata ihtiyaç yoktur aslında. Çünkü mesela, düşünmek için çok fazla fırsatım var ama ben zamanımı daha çok hiçbirşey yaparak ve yakın geleceğim hakkında hiçbir akıl yürütmeyerek hayatta kalıyorum. Evet.
İç kulağım ve dış kulağım arasındaki basınç, kulakzarımda açılan yaklaşık olarak kara delik boyutlarındaki delikten dolayı eşit. Bu eşit-basınç durumu, kafamın içinden bazen tuhaf seslerin gelmesine neden oluyor, uyumaya hazırlanan bünyemin sıçrayarak açık kapının müsade ettiği ölçüde bahçedeki salıncaklara bakmasının tek açıklaması bu. İzlediği filmlerden çok etkilenen ben, izlediği filmlerdeki eli bıçaklı ve göt kesme arzusuyla yanıp tutuşan kötü insanları arıyorum oranın gündüzü, buranın gecesinde, basement'e inen iç merdivenlerin görünmeyen kısmında.
Kulağım hep bunlara sebep, filmler değil.

-Bayım, ne kadar da güzel yağıyor yağmur öyle değil mi?
-Hı hım.
-Bu güzel yağmurlu günde bana bir sigara vermeye ne dersiniz, bayım?
-Hı hım.
-Tanrı aşkına bayım, isteğimi derhal yerine getirmenizde, benim bir zenci oluşumun, dişlerimin simsiyah olmasının, buradaki suç oranının ben ve benim gibilerden kaynaklı olarak çok yüksek oluşunun ya da eğer sigara vermezseniz sizi en iyi ihtimalle döveceğim en kötü ihtimalle öldüreceğim der gibi duruşum ve bu duruşumdan çok emin olmamın etkisi yok değil mi?
-Hı hım. Have a rainy day!

Komşulardan ve çocuklarından uzak dur.

5 Şubat 2012 Pazar

Rastgele Bir Akşam

Kaynayan suyun içinde küçük yapraklar belirdi. Tencerenin içinde çayın ne işi vardı? Bir kaşık alıp daldırdı. Karınca mı? Birkaç adet pişmiş karınca makarnanın tadını ve taşralının sağlığını bozamazdı. Kaşığı lavaboya bıraktı. Paketi açtı, makarnayı boşalttı.

Buzdolabına yöneldi. Salça var mıydı, hatırlamıyordu. Daha iyi bir şey buldu: Yoğurt. Keyfi yerine geldi. Sevdiği kadını bir haftadır görmediğini unuttu. Ne kadar güzel makarna yapabildiğini, yoğurdun vücuda ne kadar faydalı olduğunu anlattı kendine. Aklından yemekle ve arkadaşlarla ilgili anılar geçti. Anılar düz bir çizgi olup geleceğe yöneldiler. Arkadaşlarla mutlu yemekler planladı. Sonra sevdiği kadınla gideceği güney sahilleri gezisinin hayalini kurdu. Yemek bitti. Karnı doydu.

Bilgisayarın başına oturup yazı yazmaya başladı. Yazdıklarını beğenmedi. Canı sıkıldı. İki saat sonra dünya yine boktan bir yer oldu. Sevdiği kadını bir haftadır görmemişti. Lanet olsundu ve bu ilişkideki belirsizlik onu bitirecekti. Ortada bir ilişki olduğu bile meçhuldü. Zaten parası bitmişti. Borcu da ödeyemeyeceği kadar çoktu. Kahrolası dünyada sokak çalgıcılığı yapmaya karar verdi. Kendi ağlayamayınca sazını ağlatmayı iyi bilirdi. Kılıfından çıkarıp eline aldı sazını. On dakika içinde Kızıldeniz’i ortadan ikiye ayırdı, kara şövalyeyle dövüştü, ormanda kayboldu, çöllerde tek başına dolaştı… Derken parmakları mutlu bir melodiye sürüklendi. O an dünya birleşti. Karlı havada çiçekler açtı. Devrim oldu. Yaz oldu. Kumsalda sevgilisiyle geziyorlar… Aklına çay demlemek geldi. Mutfağa gitti. Çay demlenene kadar mutlu melodi eşliğinde hayal kurmaya devam etti. Sonra bir bardak aldı, inceledi. İçinde karınca var mıydı? Yoktu. Çay doldurdu. Koyu kırmızı rengi sevdi. Çay demlemeyi iyi bildiğine ikna oldu. Şeker aradı. Salonda yok. Mutfakta da. Raflar, çekmeceler. Tekrar baktı… Hayır, yok. Dünya tepetaklak oldu. Sevdiği kadını bir haftadır görmemişti. Lanet olsundu ve bu belirsizlik, bu kahrolası belirsizlik yiyip bitiriyordu onu. Zaten parası da kalmamıştı. Doğru dürüst bir geliri yoktu, ama boyundan fazla borcu vardı. Çözüm üretmek için yatağa girdi. Yataktaki ılıklık hoşuna gitti. N.’nin ellerini yüzünde hayal etti. Yeniden mutluluğa doğru bir uykuya daldı.