26 Ekim 2016 Çarşamba

Uzun Sürmüş Bir Gecenin Sabaha Açılan Kapısı




Şu an yazmam gereken hiçbir şeyi yazamıyorum. Yazaydım iyiydi, ama yazan yerlerimde tespit edilemeyen, edilse bile sigortanın kesinlikle karşılamayacağı sıkıntılarım var. Soğuktan olmuş olabilir.
Hiç tanışmadığım kadını görüyorum ikidir rüyamda. Tanışmadım ama fotoğraflarını/fotoğraflarından biliyorum. Sabahları uyanınca bakıyorum bir iki fotoğrafına. Şimdi ise yazmam gereken yazının olduğu sayfayı kapatıp, bana çok saçma da gelse internetin dehlizlerine birkaç satır damlatmak istiyorum.
Bazı insanın yanında geçerken bile anlarsın; tanımazsın, bazen karşı masanda oturur, bazen asansörden çıkar yanından geçer usulca, bazen çekildiği fotoğraflarla bağırır, yardım değil de anlaşılmak ister gibi bir çığlık atar. Bu kadın da öyle, ne zaman yüzüne baksam, kapalı dudaklarından kirpiklerime sıçrayan tükürükleri hissediyorum çığlıklarının. "Bir anlam gelse, Ne varsa alsa, Gitse. Bir anlam gelse, Ne varsa verse, Kalsa" diyor ya Asaf, gözleri sürekli bu sözleri mırıldanıyor her fotoğrafında. Gelecek ne garip bir şey, sanırım arkadaşım haklı gelecek konusunda.

Sanırım gitmenin nasıl bir şey olduğunu deniyorum bu aralar. Ama İsmet Özelin de dediği gibi: "Kendinin bile ücrasında yaşayan benim için gidecek yer ne kadar uzak olabilir?"
Ama yine de, nedenini ve yolunu bilmeden gelip durduğum bu kapının, birisi tarafından ben de seni bekliyordum nerede kaldın dermişcesine bir bakışla açılmasını bekliyor insan.

16 Haziran 2016 Perşembe

Son Mektup



Sevgili Vladimir;

Biliyorum bu aralar seni çok üzdüm, ama senin de yaptığın iş değildi kabul et. Neyse mevzumuz bu değil. Uzun süredir telefonlarıma cevap vermiyorsun, haber yolluyorum almıyorsun, elçiler yolluyorum görmüyorsun, laf sokuyorum cevap vermiyorsun. Bu kadar mı beni umursamıyorsun artık. Nefret bile sevginin bir biçimidir. Artık uzatmayalım bu kadar bence. Hem uçağı ben mi vurdum. Ben uçak kullanmayı bile bilmiyorum ki, kırmızı düğmeye bile basamam ben başım döner, askerin biri vurmuş, Davutoğlu bu olayı savundu diye görevden de aldım, artık uzatmayalım. Nato toplantılarında seni ne kadar savunduğumu görsen benimle gurur duyarsın. Artık bu meseleyi uzatmayalım, istersen ortada bir yerde (Samsun olur Sinop olur sen seç) buluşup barışalım derim.

Bu arada yüzün bu aralar pek bir soluk, umarım sağlığın sıhhatin iyidir. Kendine dikkat et.
                                                     
                                                                                                                                     Görüşmek üzere.

12 Mayıs 2016 Perşembe

Mataramda Tuzlu Su



Terk etmenin kazanmışlığına ihtiyacı vardı amirim. Hangimizin yok. Mesela sen neden Tayyibi bu kadar sevmiyorken, gitsin, bir köşede ölü bulunsun, tutuklansın, yargılansın istiyorken bile; neden sokakta bizleri dövdürdün? Bence cevap basit Amirim: hepimiz kazanmayı hissetmek isteriz.  Yine mi sustun Amirim. Elini beline mi götüreceksin yine, bana vurmakla mı tehdit edeceksin. Beni tehdit edemezsin Amirim, çünkü artık ben sen kazan istiyorum. Sen bizi biraz daha döv istiyorum, biraz da sen umut et istiyorum, umut et ve kaybet istiyorum… Neden gözlerini benden alamıyorsun amirim, söyleyim mi. Çünkü ne yaparsan yap kaybettin artık. Neyse bunları bi tarafa bırakalım. Nerede kalmıştık: Terk etmenin kazanmışlığı. Bakma öyle yüzüme, anladın sen de gayet. Hani birisini terk edersin de sonra biraz üzülürsün de hani, sonra birden hak etti dersin, sonra yine de terk eden sen olduğun için bi kazanma hissi gelir içine. Hah, evet, o duygu işte. Diğer kazanmalara benzemeyen bir duygu, kaybeder kaybetmez gelen.
Biliyor musun amirim, biz maruz kaldık hep. Maruz kalanlar kuşağıyız. İkimiz de. Ben kimseyi suçlamıyorum bunun için, yapısalcıları bile. Tamam, birisini suçluyorum. Beni terk etmek için bekleyen, beklerken sevgimi kaybetmeyi göze alan biri bar, onu suçluyorum işte. Tabi o da haklı belli noktalarda, hiç kimse tam anlamıyla haklı olamaz. Peygamberlerin bile inkârcı ve kâfir oldukları dönemleri vardır ve kimsenin kendisini doğmadan vaftiz edecek kutsal bir ruhu yoktur. Dediğim gibi, insanlar neden terk etmenin kazanmışlığını yaşamak isterler. Bütün bu giderler, sevgiye karşılık vermemeler, ilgilerden memnuniyetsiz olmalar, karşıdakinin sevgisini senden uzaklaştırmayacak kadar ağır olan ithamlar…
Satırlar uzadı Amirim, sayfa dolmadan bitireyim. Uzak vardı ya hani iyi bilirsin sen de. İlk sayfasında “Kendinin bile ücrasında yaşayan benim için gidecek yer ne kadar uzak olabilir?” yazıyordu. Al sana cevap: Kendine en yakın olan kadar uzak.

Bizi dinleyecekler mi Amirim. Peki sabırla okuyacaklar mı. Hiç sanmıyorum ama ümit etmeden duramıyorum: Umarım ustam bir gün beni öldürmeye çalışır. 

24 Nisan 2016 Pazar

İlacımız Birlikte Olmak Ama Ben Tedaviyi Reddedeceğim Galiba



İktidar nedir diye sorduğunda hoca kurumlar sosyolojisi dersinde, derin bir sessizlik olmuştu sınıfta. Sessizliğin nedeni yanlış bir şey söylememekti sanki o zaman, ama sonra sonra fark ettim ki iktidarın ne olduğunu iyi tanımlıyordu 50 küsur sosyoloji birinci sınıf öğrencisinin sessizliği. Yıllar yıllar içinde iktidarlar sesimizi kısmaya devam etti, okudukça kısıldı sesimiz, öğrendikçe azaldı kalabalığımız. Öğrenemeyenlerin elendiğini düşündükçe yalnız kalıyorduk merdivenin üst basamaklarında. Eğitim yukarı doğru merdiven basamaklarını çıkmaktı ya, tepedeki yalnızlıktı ya bilmek. Bilgi güçtü ya.

Sıralardan kalkıp, fena olmayan notlar ve ortalamanın üzerinde birkaç kelam ederek masa etraflarında öğrenim hayatına devam ederken daha da hissettik iktidarı. Daha sarhoştuk bu sefer, iktidar muhatap alıyordu arada bizi. Ulan dedik iktidara bak…, yoksa…, biz… Evet iktidar bizi muhatap alıyordu. Bazen de değildi bu. Bizsiz ya da bize saldırmadan var edemiyordu kendini. Tam bu noktada ontolojik ve epistemolojik nedir sorularını hatırladım yine lisansın ilk yılında derste hocanın sorduğu. Yine derin bir sessizlik içindeydi sınıf. Sessiz sessiz var olmaktı sanki ontoloji, epistemolojik olan ise susmaktı.

On senededir bir şeyin peşinden koşuyorum. Koşmuyorum da aslında o sabit bir yerde duruyor, ben onun önce elinden tutmak sonra da içine girmek istiyorum. Tam bu noktada Zenon geliyor aklıma. Ulan Zenon tamam okun hareket etmeye zamanı yok da niyeti var kardeşim. Ok hareket etmeye niyetli, hareket etmek için elinden geleni yapmış, dört sene lisans, üç sene yüksek lisans yapmış bu ok. Neden bu hareket bu kadar imkânsız Sayın Zenon. İktidar mı istemiyor hareket etmesini. Ayrıca ben bir A kişisi olarak sonsuz sayıda mesafe gitmişim, tamam yolculuk da tamamlanmasın ona da diyeceğim yok. Bu yolculukta ne yer ne içerim. Bunun da cevabını ver Zenon abi, hareket illüzyondan ibaret de hokkabazlık karın doyurmuyor be abi.


Delirmeler hattında kaçak yolcu olarak başladığım bu seyahati son durağa gelmeden bitirmek niyetindeyim. Belki birisi bizi örnek falan alır hayatının saçma bir yerinde, ne bileyim ya da sıkıldım aynı koltukta gitmekten. Önümüzdeki durakta ineyim ben.

20 Mart 2016 Pazar

Ocak- Şubat- Mart


     Bu gün annem 4’lü ocak aldı. Daha önceki 2’liydi ve eve ilk taşındığımızda evime gelen ilk misafir olan kuzenimin eşinin ev hediyesi olarak almış olduğu ocaktı eski olan. Yeni ocağımızın eve geldiği sırada İstanbul’da bir bomba daha patladı. Şimdilik 5 kişi öldü, ağır yaralılardan bazıları da ölmek için sırasını bekliyor, tıpkı yarasız olan diğer yaşayanlardan ufak farklarla. Bu patlayan bomba 10. Katliam olarak anılıyor haber sitelerinde. Bu arada haber artık sitelerde oturuyor. Ayrıca ocak sözcüğünün Türkçedeki 10. Anlamının ev olduğunu belirtmem gerek.
     Akşama kadar bekledi ocak kutusunun içinde, mutfağın köşesinde. Sonra annem, ‘takalım artık şunu dedi’. 30 yıllık hayat bana pek çok şeyin yanında doğalgazla çalışan ocakların hortumlarının standart olduğunu da öğretti. -Edilgendir bu öğrenmeler: hocam bu hayatta ne işimize yarayacak öğrenmeleridir, öğrendiğini anlamazsın öğrenirken, öğrenmek istemezken öğrenirsin.- Eski hortumu çıkardım ama uymadı yeni ocağın arkasına. Bizim hortum yeni gelen ocakla ilk etapta anlaşamamıştı, aralarında bir uyum sağlamak için harcama yapmak gerekiyordu.

     Bu aralar çok fazla bomba patladığı için sık sık yağmur yağıyordu. Çıktım dışarı, çok amaçlı hortum birleştiriciyi aldım, geldim. Eski ocağın yerini yenisi aldı böylece. Artık aynı anda dört şey pişirebilecektik. Yaşasındı. Kontrol ettim gaz kaçırıyor mu diye. O sırada annem, mutfağa en yakın oda benimki olduğu için bana dönerek: ‘Dikkat edin, baş dönmesi, mide bulantısı falan olursa hemen haber verin, aman zehirlenmeyin’ dedi. Ben de gaz ve ocak arasındaki bağlantıyı kurmuş kişi olarak özgüvenle, ‘olur mu öyle şey yahu, bunda hiçbir sıkıntı çıkmaz’ şeklinde bakış attım. Aradan bir saat geçti, çay içmek için ocağı kullanmamız gerekti. Annem çayı demledi. Ben de sesini duyar duymaz bir sigara sardım, hemen mutfağa gitti. Bizim konuşmalarımızı duyan kardeşim de geldi birkaç fırt sonra. Bir anda yeni ocak, annem, kardeşim ben bir aradaydık. Herkesin gözü ocaktaydı, zehirlenirsek birlikte zehirlenelim ama kesin gaz kaçırmıyor bakışı attık ayrı ayrı zamanlarda ocağa. 

15 Mart 2016 Salı

Parayı veren düdüğün sahibi olur!

     Hal-i pürmelalimiz belli. Bombalar, kavgalar, brütüslükler, yetişmesi gereken işler, tembellikler, sevilmeme hissi… Geçen gece yine alkol oranı yüksek bir gecede, bölünerek o masadan bu masaya doğru giderken bir muhabbette bulduk kendimizi. Vay efendim biz ‘kaybedenler kulübü’ triplerindeymişiz, asıl kaybedenler onlarmış. Biz orta sınıf, doktora yapan, güzel kadınların boynuna sarıldığı, öptüğü önünde öpmediği arkasında, sarhoş olacak ve ertesi sabah soda alabilecek, kirasını rahatlıkla ödeyebilecek, güzel kıyafetler giyebilecek; kısacası hayatıyla ilgili tercihlerini satın alabilecek kadar parası olan insanlarmışız.
     ‘Gerçek umutsuz bir insanın son şansıdır’ diyor bir dizide arkadaşlarından intikam alan adam. Ortaokuldayken bir arkadaşım şöyle demişti (kesin bir yerden okudu bana sattı şerefsiz): her insanda insanlığın her hali vardır.
     Çay demlemek kadar kolay bir insanın derdini dinlemek. Ama iyi demlenmiş bir çay gibi farklılıkları da var bu dinlemelerin. Siz iyi demlediğinize inandığınız ve serviste kusursuz davrandığınızı düşündüğünüz bir bardak çaya elini uzatan arkadaşınızın bir fırt çektikten sonraki yüz ifadesinin beklentilerinizi karşılamamasından daha kötüdür haliyle hallendiğiniz arkadaşınızın size ‘ben size niye güvendim ki’ demesi. Bazı çaylar yeniden demlenebilir. Ama bazı anlar unutulmuyor.
Bazı pahalı restoranlarda masaya oturur oturmaz, daha size menü gelmeden, hatta siz daha oturmaya karar bile vermemişken gelen bir garson, önünüzdeki tabağa atıştırmalık bir şeyler koyar ya, artık ne kadar pişman olsanız da başlamışsınızdır yemeğe. O masadan geri dönüş hesap ödemeden olmaz artık, yemek yemeseniz de yemek yeme kararı vermiş olmanızın bir bedeli vardır artık. Bazı satırlar, bazı sözcükler de öyle.

     Benzetmeler daha az acıtıyor karşı tarafı. Aklını karıştırıyor biraz ama yine de karşı tarafın kendi bakış açısının yaratmasına olanak veriyor. Bağlamdan da kaçırıyor çoğu zaman ama yine de benzetmek istiyor ulan anlatmak isteyen. Bu da mı gol değil, benzetmek istiyor: Düşünün ki o restorandasınız, menüye bakıp çıkmak var aklınızda, ama bunu garson bilmiyor. Bilmeye bilmeye önünüzdeki tabağa bir şeyler koyuyor. Tam o sırada siz garsona buyur kardeş sen de otur diyorsunuz, aklınızda hesaba ortak etmek var garsonu. Garson estağfurullah efendim diyor size, siz ısrar ediyorsunuz oturması için, hatta hafifçe kolundan tutup oturtuyorsunuz karşınızdaki sandalyeye, sonra garsonun size en güvendiği anda kalkıyorsunuz masadan, kasaya bakıp arkadaş ödeyecek deyip çıkıyorsunuz mekandan. Oldu mu? Olmadı. Alkollü olsaydık olur muydu?

Not: Bazı virgüller ve tırnak işaretleri sözlü olarak kullanılmak üzere cüzdanıma konulmuştur.    

23 Şubat 2016 Salı

Risk Analizi


       Olmuyordu ulan. Buradaki olaylar Nuri Bilge Ceylan’ın kısa filmle başlayıp Canes’a uzanan başarı dolu serüvenine benzemiyordu. Risk almak gerekiyor bu kadar temkinlinin arasında. E bir şey mi okuyalım risk mi alalım şimdi. Risk almak için önce bir risk analizi yapmak lazım, ‘anne ben risk almaya gidiyorum, akşam biraz gecikeceğim’ de bakalım ne oluyor. Risk analizi de uzun iş. Ama yine de başlamak lazım.


        Akademik Çalışma Yaşamı Risk Değerlendirmesi:

     a.İşe başvurma aşamasındaki riskler
- Kadronun isim vermemek suretiyle birisini acayip andırıyor olması.
- Başvuru için gerekli belgelerden bir tanesinde aslının aynıdır damgası olmaması.
- Aslının aynıdır damgası olmayan belgeleri noterden tasdik ettirecek paranın olmaması.
- Noterde tasdik ettirilecek belgenin fotokopisinin yapılması için gerekli maddi imkânların olmaması.
- Yazılı sınava gidilecek şehrin ikamet şehrine uzaklığının 12 saatten fazla olması.
- Yazılı sınava gidilecek şehre ulaşım için gerekli ücretin elde bulunan paradan daha fazla olması.

     b.Yazılı sınav sırasındaki riskler
- Sınav sırasında bir anda bünyede beliren moral bozukluğu, hastalık, sakatlık.
- Sınavda yanda oturan kadının çok hoş gözlerinin olması.
- Sınav sırasında aniden gelen işeme isteği.
- Sınav sırasında içeri giren dekanın size ‘her şeyi biliyorum ve senden nefret ediyorum’ bakışı atması
- Sınavda gözetmen olan yüksek lisans öğrencisi asistanın size ‘bir şey mi istedin, hayır istemediysen önüne bak’ demesi.
- Sınavda sorulan ‘tartışın’ ifadesinin bünyenizde oluşturduğu adam dövme isteği.

     c.Sınavın açıklanması sırasındaki riskler
- Sonuç tutanağı imzalanmadan birkaç saniye önce arayan dekanın/rektörün imzacıya bi görüşelim demesi
- Yrd. Doç. Olan jüri üyelerinin sınav kağıtlarını okudukları sırada sürekli doçentlik jürileri düşünmeleri.
- Jüri üyelerinden birisini küçükken dövmüş olan mahalle kabadayısı ile aynı adı taşıyor olmanız.

     d.Atanma sonrası yaşanabilecek riskler
- Atandığınız yerdeki bölüm başkanı/dekan/rektör/çalışma arkadaşının size sebepsizce hunharca gıcık olması
- Bölümdeki işlerin bitmemesinin yanında dünyada çözülmesi gereken pek çok problem olması ve bölümdeki sizden kıdemli çalışma arkadaşlarınızın bunları çözmeniz için size baskı yapması.
- Sokaktaki insanların çoğunun ‘devletin ekmeğini yiyip’ diye cümleye başladığının bilinmesi.
- Hükümetin canı sıkıldıkça geleceğinizle ilgili enteresan kararlar veriyor olması.
- Dimyata uluslararası sunuma giderken bankadaki bütün paradan olmak.

5 Şubat 2016 Cuma

kalbimizde yaşıyor ve bu sefer gerçekten güldürdü mü?

          Sosyoloji Apartmanı öldü, ölüsü 1.2 milyona satıldı, bazı mecralardan aldığımız bilgiye göre 1.3 yada 1.5 milyona. Ucuza gittiğini düşünenlerimiz de var, "ahh paramız olsaydı alsaydık" diyenlerimiz de. Bize yaşattıkları paha biçilemez; apartman yeni evimizin manzarasında bulunan diğer evlerin yanında bir fabrika edasıyla faşist bir görünüme sahip. (Bu sizinle yaşattıklarımızı elbette değiştirmiyor.) Yine de içindeyken fark edemediğimiz bir soğukluk var görünüşünde, dışındayken fark ettiklerimiz ise içimizde. 
       Yine duvara vurdular, yan komşunun çocuğu ağlıyor, ancak evimiz güneş içinde ve herkes gelmiyor. Mutfakta sosyalleşemiyorsak bu salona tv aldığımızdan birde Asuman'ın beyaz tenli oluşundan kaynaklanıyor. (Evet bu yazıyı okuyamayacak olanlar, Asuman beyazmış kirliliği ona vermişler).

Ağlamak istiyorum blog, hala yazar uzun yaz(am)ıyor...

NOT: Bir yaz günü olacak ve apartman yıkılacak, ben manzaranın içindeki kepçeyi, dozeri yıkıntılar arasında göreceğim. Sizde göreceksiniz, en azından kimimiz görecek, kimimiz önünden geçecek ve ismimizi dahi hatırlamayacak, ancak bir yakınlık, tanımlayamadığı bir his olacak. O vakit geldiğinde mahallemizde bir yapının yıkılışını izleyen abilerimiz, bir inşaatın katlarına bakan ablalarımızın komikliği gelecek aklımıza, anlamsızca gülüp bir başka yıkıntıya...