21 Haziran 2014 Cumartesi

ANI

Yanlış hatırlamıyorsam 15 yaşındaydım, yanlış hatırlamadığıma göre 15 yaşındaydım.
15 yaşındaydım evet ve kuzenim nişanlanıyordu, nişanın nerede olduğunu hatırlamıyorum fakat güzel bir yerde olduğunu hatırlıyorum. O geceyi özel yapan şey ise kuzenimin nişanlanması değildi, zaten 1 yıl sonra evlenerek genç dullar kategorisinde yerlerini hızlıca aldılar. O geceyi özel yapan içkiydi, ya da içki sadece o geceyi özel yapacak anılar bırakmıştı bende; çünkü dedem o gece benim içtiğimi öğrenmişti.

Hikaye şu: Ben 15 yaşındaydım ve kuzenim nişanlanıyordu ve o gece "yerli içki" içmek serbestti, hem aile yönetiminin hem de otel çalışanlarının varlığı içki içmeye engel teşkil etmiyordu. Genç bir çocuk o gece biraz çok içti, çünkü 15 yaşındaydı, kuzeni nişanlanıyordu ve daha önemlisi içki sınırsızdı. İnsan yeni öğrendiği şeylerde sınırlarını öğrenmek ister. Aceminin nerede duracağını bilmemesi bundandır çünkü sınırlarını bilmez, sınırlarını arar.
Bir ustayı acemiden ayıran şey de tam olarak böyle bir şey, usta ne yapıp yapamayacağını bilir, acemi ise çılgın deyyus bir balık gibi oradan oraya yüzer. Ben o zamanlar çılgın deyyus bir balık olduğum için sınırlarımı arıyordum ve çok içtim. Eve gidince bayılmış olduğumdan olsa gerek içkinin bana tesiri ortaya çıkıp konuşulmuş oldu.

Ertesi gün dedem beni Beşiktaş'a götürdü, beni daha önce de Beşiktaş'a götürmüştü ama bu Beşiktaş'a götürüşünü öteki Beşiktaş'a götürüşlerinden ayıran şey bu götürüşünün içmek için olmasıdır, şöyle demişti: "Oğlum ben sizin içki içtiğinizi bilmiyordum." - içki içmenin adabı vardır içki şöyle içilir böyle içilir, rezil olmadan bak.

15 yaşındaydım, yaklaşık 9 sene önceydi, buna benzer bir hava vardı dedem beni içmeye götürmüştü.

9 sene geçti ve geçen hafta cuma akşamı dedem öldü. Bilmiyorum yazılacak çok anı var - ne buranın konusu ne merakı- üstelik insanın dedesini kaybetmesinden daha kötü olan şeyler var-babasını annesini kaybetmesi hatta çocuğunu kaybetmesi-. Acının ilk dereceden muhattabı değilim demiyorum ama nesnel bakınca ortaya böyle boktan bir tablo çıkıyor. İnsanların üzülmeye o kadar güçlü gerekçeleri var ki sanki senin için üzüntün hak yiyen insan gibi hissetmene neden oluyor. Sadece şunu söyleyebilirim, öyle bir şey değil. Yine de insan anısını yaşatmak istiyor işte. Yine de insan üzülüyor ve hala her ölüm erken ölüm.



Şubat ayında yanına gittiğimde Taksim'deki Koska'dan yarım kilo fıstıklı yarım kilo kakaolu helva istemişti - Taksim'deki çünkü oradaki daha taze oluyor- fıstıklı anneannem içinmiş, kakaolu meze! Kakao dediysek nutella demedik.
"Oğlum" demişti, "yılbaşında içeceğim diye aldım o gün rahatsızlandım; bu benim son rakım beraber içelim."
Ben herhalde o zaman çok idrak edememiştim, yani ihtimali düşünmek bir şey ama gerçekten öyle olduğunu anlayabilmek, ona göre yaşamak başka bir şey. İlk rakımı onunla içtim, son rakısını da onunla içtim; ama ikisini de yaparken ne kadar özel olduğunu anlamadım - bilmiyorum galiba gerçekten deneyimlemek gerekiyor-. Yazacak çok anı var ama ben nasıl anlatılır bilmiyorum.

Her neyse dedeciğim, sana daha şık bir ölüm yakıştıramıyorum, sen ölmeden bir gün önce telefonda konuştuğumuz zaman sana mezun olduğumu söylediğim için sevinmişsin, gözlerin dolmuş; anneannem söyledi. Son rakını içtin, en küçük torunu mezun ettin, yatağa düşmedin; o yatağa kocamansın zaten sen.
Hoşçakal,
en küçük torunun.
                                                              fotoğraftaki yapışık benim.