16 Ekim 2018 Salı

Zarflar ve Dudaklar

Sevgili Dekanlık;

Üzerinde 4 adet gizli damgası bulunan (kırmızı) zarfınızı bütün samimiyetsizliğiniz göstergesi olarak aldım. Ki bu alışımı da Nuray Hanım benden imza almak suretiyle kayıt altına da aldı. Kayıtlara olan bu düşkünlüğünüz düşünüldüğünle imzalamış olduğum tutanağa severek ve tekrara tekrar bakacağınızı bilmek beni bütün bu saçmalıkların içerisinde mesut eden tek şey.




İlgili soruşturma metnine cevap olarak bu tarz bir üslup seçmemin nedeni ise – farkında olun ya da olmayın- sizin de aynı saçma üslubu takınmış olmanızdır. Fakülteleri yöneten kişilerin (dekan) profesör titri taşımalarının bir zorunluluk olduğunu zannediyordum. Ancak bugün fark ettim ki bir profesörün asla uğraşmayacağı, akıl edemeyeceği, başkasının anlatması halinde hayretlerle şaşıracağı, hatta bu nedir yahu diye soracağı işlerle uğraştığınızı fark ettim. Bu beni ne kadar derinden yaraladı tahmin bile edemezsiniz.
Bir avukatlar ordusuna vekalet vermiş olmama rağmen, bu savunmamı size avukatlarım değil de doğrudan ulaştırmamın nedeni bana aynı konuşmada üç kere üst üste çay içermişiniz diye sormanızdan kaynaklanmaktadır. Zira aramızdaki bu samimiyeti, günümüzde herhangi bir önemi olmayan avukatlık mesleği ile zayıflatmak niyetinde değilim. Sizin de daha iyi bileceğiniz gibi (ki elime geçen metinden hukuki olayları çok iyi bildiğiniz anlaşılıyor) tarafıma verilen idari görevleri -ki 6 aydır bir gün bile boş bırakmazsızın- layıkıyla yerine getirmiş bulunmaktayım.
Tebligat evrakında belirtilen saatler arasında görev yerimde olamadığımı size düşündüren şeyin ne olduğunu çok merak etmekteyim. Ayrıca benim gibi tebligat yolladığınız on beş arkadaşımın zarflarının yalanması için ne kadar süre harcandığını da merak etmeden duramıyorum.
Sonuç olarak belirtilen saatler içerisinde görev yerindeydim. Her ne kadar ilgili saatler içerisinde tam olarak hangi dakikada, hangi uzay zamanda yer kapladığımı kesin ve net bir şekilde bilmemekle birlikte görev yerim olduğuna neredeyse emin olduğum fakülte binası içerisinde bulunduğuma şahitlik edecek pek çok duvar ve kamera olduğunu zannediyorum. Konunun duvarlara da sorularak -hem benim hem de sizin- merakınızın ivedilikle (2 gün) (iş günü) içerisinde giderilmesini önce yüce fakülte adaletinden sonra da sizden arz ederim. (Çok da şey yapmamak lazım, evle okul arası 10 dakika, bu kadar gerilmeyin derim.)

2 Ağustos 2018 Perşembe

Oynamazsan Kaybetmezsin







Nüfus cüzdanımın arkasında “Kayıtlı Olduğu” başlığında bir bölüm var. Bana ne zaman nerelisin diye sorsalar burada yazanları söylerim. Kimliğimin “arka sayfası”nda yazan memleketim benim için cenazaden cenazeye gidilen bir yer olageldi aslında. Telefonum çaldı, filancanın falancası ölmüş, şu zaman cenaze var denildi, atladım gittim. Çok tanımadığım, genellikle sevmediğim, yaşamları boyunca kendisi ve çevresi için pek bir şey yapmamış onlarca insan gömüldü memleketimin topraklarına.
Hemen hepimizin hayatında etkisi olan J.R.R. Tolkien bir söyleşisinde şöyle diyor: “İnsanlarda ilgi uyandıran, hatırı sayılır bir süre onların dikkatlerini canlı tutan tüm uzun hikayeleri gerçekten tek bir şeye indirgeyecek olursanız… ölüm hakkındadır, ölümün kaçınılmazlığı hakkındadır.”
Özellikle sevmediğim, hayatımda ya da başkalarının hayatında hiçbir etkisi olmadığını düşündüğüm insanların cenazelerine katıldığımda, artık ölmüş olan insanların arkasından hep güzel şeyler denilmeye çalışıldığını gördüm. Her yaşayanın yaşarken olmasa bile öldüğünde sevenleri oluyordu. Yaşayanlar özellikle ölüleri hakkında kutsayacak şeyleri çok çabuk buluyorlardı. İlgili olsun ya da olmasın- karşıdaki kişi artık ölü olduğundan- ölen hakkındaki olumlu hikayeler, itiraz edecek ve kendisi hakkında söylenenlere karşı çıkabilecek bir yaşayan kendi olmadığından rahatça söylenebiliyordu. Bunun bir istisnasıyla karşılaşmadım şimdiye kadar. Sıkça duyduğum bir başka şey ise, köyün “delisi” ya da “değişiği” ile ilgili olumsuz hikayelerin de zaman geçtikçe kutsal hikayeler haline getirilmesiydi. Şimdi yaşadığım yerde bir türbe var. Zamanımızdan yüz yıl kadar önce yaşamış bir “mahalle delisi”ne ait bir türbe. Bütün yapıp ettiği o “delilikler” öncü bir toplumsal seziyle bezenerek kutsanmış durumda şu an. Kim bilir yaşarken neler çekti şimdiki insanların anne babalarından.
Demem o ki insanlar gündelik hayatlarında içinde bulundukları toplulukların mutluluğu ya da beraberliği ya da daha kutsal şeyler adına bir şey yapsınlar ya da yapmasınalar, öldüklerinde bir şekilde kutsanıyorlar. Genel olarak küçük gruplar için geçerli bir şeydir bu. Büyük topluluklarda ya da toplumlarda hegemonya, ideoloji ve tarih yazımı gibi şeylerin etkisiyle çok farklı seyir alabilir gündelik hayatlarımızın sonraki anlatıları. Ancak bahsetmek istediğim, bir şey yapmaksızın kutsanacağımızı ve öleceğimizi bilmemizdir. Burada bir şey yapmaktan kastettiğim şeye itirazlarınız olabilir elbette ancak bir şey yapmaktan kastettiğim şey topluluk için bir değer üretmeden ibaret yalnızca, bu değer halen var olan ve diğer gruplar açısından değer olarak sayılan bir şey de olabilir tam tersi bizim gurubumuz/gruplarımız tarafından karşı çıkılan ya da uzak durulan bir değer de olabilir. Burada kişileri ikna kabiliyetleri ve grubun/gruplarının dinamikleri ve potansiyelleri ile baş başa bırakmakta ciddi fayda var.
Sürekli “oyundan kaçan” hiçbir şey yapmadan hayatını neredeyse ölümüne kadar geçen zaman içerisinde salınıma bırakan, oynamadığı ve oyundan kaçtığı sürece kutsanan bütün davranışları kritik etmek istedim yalnızca. Serzenişimi ufak bir notla bitirmek istiyorum: “Hayat ... hayat yalnızca çay ve sandviçlerden ibaret değil...”

2 Şubat 2018 Cuma

Kusuntu


Sana bir şeyler yazmak, sana bir şeyler kusmak artık. Hayır sevgilim sana değil, sevgili dostum sana yazıyorum. Harflerim, sindirilmiş ama hazmedilememiş yenilebilir şeylerin vücuttan dışarı atılmasındaki gibi kokulu, dağınık, çirkin, gereksiz ve sinir bozucu göründü hep sana. Tamam tamam kustum, her zamanki gibi kusan temizler.