Hal-i pürmelalimiz belli.
Bombalar, kavgalar, brütüslükler, yetişmesi gereken işler, tembellikler,
sevilmeme hissi… Geçen gece yine alkol oranı yüksek bir gecede, bölünerek o
masadan bu masaya doğru giderken bir muhabbette bulduk kendimizi. Vay efendim
biz ‘kaybedenler kulübü’ triplerindeymişiz, asıl kaybedenler onlarmış. Biz orta
sınıf, doktora yapan, güzel kadınların boynuna sarıldığı, öptüğü önünde
öpmediği arkasında, sarhoş olacak ve ertesi sabah soda alabilecek, kirasını
rahatlıkla ödeyebilecek, güzel kıyafetler giyebilecek; kısacası hayatıyla
ilgili tercihlerini satın alabilecek kadar parası olan insanlarmışız.
‘Gerçek umutsuz bir insanın son
şansıdır’ diyor bir dizide arkadaşlarından intikam alan adam. Ortaokuldayken bir
arkadaşım şöyle demişti (kesin bir yerden okudu bana sattı şerefsiz): her
insanda insanlığın her hali vardır.
Çay demlemek kadar kolay bir
insanın derdini dinlemek. Ama iyi demlenmiş bir çay gibi farklılıkları da var
bu dinlemelerin. Siz iyi demlediğinize inandığınız ve serviste kusursuz
davrandığınızı düşündüğünüz bir bardak çaya elini uzatan arkadaşınızın bir fırt
çektikten sonraki yüz ifadesinin beklentilerinizi karşılamamasından daha
kötüdür haliyle hallendiğiniz arkadaşınızın size ‘ben size niye güvendim ki’
demesi. Bazı çaylar yeniden demlenebilir. Ama bazı anlar unutulmuyor.
Bazı pahalı restoranlarda masaya
oturur oturmaz, daha size menü gelmeden, hatta siz daha oturmaya karar bile
vermemişken gelen bir garson, önünüzdeki tabağa atıştırmalık bir şeyler koyar
ya, artık ne kadar pişman olsanız da başlamışsınızdır yemeğe. O masadan geri
dönüş hesap ödemeden olmaz artık, yemek yemeseniz de yemek yeme kararı vermiş
olmanızın bir bedeli vardır artık. Bazı satırlar, bazı sözcükler de öyle.
Benzetmeler daha az acıtıyor
karşı tarafı. Aklını karıştırıyor biraz ama yine de karşı tarafın kendi bakış
açısının yaratmasına olanak veriyor. Bağlamdan da kaçırıyor çoğu zaman ama yine
de benzetmek istiyor ulan anlatmak isteyen. Bu da mı gol değil, benzetmek
istiyor: Düşünün ki o restorandasınız, menüye bakıp çıkmak var aklınızda, ama
bunu garson bilmiyor. Bilmeye bilmeye önünüzdeki tabağa bir şeyler koyuyor. Tam
o sırada siz garsona buyur kardeş sen de otur diyorsunuz, aklınızda hesaba
ortak etmek var garsonu. Garson estağfurullah efendim diyor size, siz ısrar
ediyorsunuz oturması için, hatta hafifçe kolundan tutup oturtuyorsunuz karşınızdaki
sandalyeye, sonra garsonun size en güvendiği anda kalkıyorsunuz masadan, kasaya
bakıp arkadaş ödeyecek deyip çıkıyorsunuz mekandan. Oldu mu? Olmadı. Alkollü
olsaydık olur muydu?
Not: Bazı virgüller ve tırnak işaretleri sözlü olarak kullanılmak üzere cüzdanıma konulmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder