15 Mart 2016 Salı

Parayı veren düdüğün sahibi olur!

     Hal-i pürmelalimiz belli. Bombalar, kavgalar, brütüslükler, yetişmesi gereken işler, tembellikler, sevilmeme hissi… Geçen gece yine alkol oranı yüksek bir gecede, bölünerek o masadan bu masaya doğru giderken bir muhabbette bulduk kendimizi. Vay efendim biz ‘kaybedenler kulübü’ triplerindeymişiz, asıl kaybedenler onlarmış. Biz orta sınıf, doktora yapan, güzel kadınların boynuna sarıldığı, öptüğü önünde öpmediği arkasında, sarhoş olacak ve ertesi sabah soda alabilecek, kirasını rahatlıkla ödeyebilecek, güzel kıyafetler giyebilecek; kısacası hayatıyla ilgili tercihlerini satın alabilecek kadar parası olan insanlarmışız.
     ‘Gerçek umutsuz bir insanın son şansıdır’ diyor bir dizide arkadaşlarından intikam alan adam. Ortaokuldayken bir arkadaşım şöyle demişti (kesin bir yerden okudu bana sattı şerefsiz): her insanda insanlığın her hali vardır.
     Çay demlemek kadar kolay bir insanın derdini dinlemek. Ama iyi demlenmiş bir çay gibi farklılıkları da var bu dinlemelerin. Siz iyi demlediğinize inandığınız ve serviste kusursuz davrandığınızı düşündüğünüz bir bardak çaya elini uzatan arkadaşınızın bir fırt çektikten sonraki yüz ifadesinin beklentilerinizi karşılamamasından daha kötüdür haliyle hallendiğiniz arkadaşınızın size ‘ben size niye güvendim ki’ demesi. Bazı çaylar yeniden demlenebilir. Ama bazı anlar unutulmuyor.
Bazı pahalı restoranlarda masaya oturur oturmaz, daha size menü gelmeden, hatta siz daha oturmaya karar bile vermemişken gelen bir garson, önünüzdeki tabağa atıştırmalık bir şeyler koyar ya, artık ne kadar pişman olsanız da başlamışsınızdır yemeğe. O masadan geri dönüş hesap ödemeden olmaz artık, yemek yemeseniz de yemek yeme kararı vermiş olmanızın bir bedeli vardır artık. Bazı satırlar, bazı sözcükler de öyle.

     Benzetmeler daha az acıtıyor karşı tarafı. Aklını karıştırıyor biraz ama yine de karşı tarafın kendi bakış açısının yaratmasına olanak veriyor. Bağlamdan da kaçırıyor çoğu zaman ama yine de benzetmek istiyor ulan anlatmak isteyen. Bu da mı gol değil, benzetmek istiyor: Düşünün ki o restorandasınız, menüye bakıp çıkmak var aklınızda, ama bunu garson bilmiyor. Bilmeye bilmeye önünüzdeki tabağa bir şeyler koyuyor. Tam o sırada siz garsona buyur kardeş sen de otur diyorsunuz, aklınızda hesaba ortak etmek var garsonu. Garson estağfurullah efendim diyor size, siz ısrar ediyorsunuz oturması için, hatta hafifçe kolundan tutup oturtuyorsunuz karşınızdaki sandalyeye, sonra garsonun size en güvendiği anda kalkıyorsunuz masadan, kasaya bakıp arkadaş ödeyecek deyip çıkıyorsunuz mekandan. Oldu mu? Olmadı. Alkollü olsaydık olur muydu?

Not: Bazı virgüller ve tırnak işaretleri sözlü olarak kullanılmak üzere cüzdanıma konulmuştur.    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder