20 Mart 2016 Pazar

Ocak- Şubat- Mart


     Bu gün annem 4’lü ocak aldı. Daha önceki 2’liydi ve eve ilk taşındığımızda evime gelen ilk misafir olan kuzenimin eşinin ev hediyesi olarak almış olduğu ocaktı eski olan. Yeni ocağımızın eve geldiği sırada İstanbul’da bir bomba daha patladı. Şimdilik 5 kişi öldü, ağır yaralılardan bazıları da ölmek için sırasını bekliyor, tıpkı yarasız olan diğer yaşayanlardan ufak farklarla. Bu patlayan bomba 10. Katliam olarak anılıyor haber sitelerinde. Bu arada haber artık sitelerde oturuyor. Ayrıca ocak sözcüğünün Türkçedeki 10. Anlamının ev olduğunu belirtmem gerek.
     Akşama kadar bekledi ocak kutusunun içinde, mutfağın köşesinde. Sonra annem, ‘takalım artık şunu dedi’. 30 yıllık hayat bana pek çok şeyin yanında doğalgazla çalışan ocakların hortumlarının standart olduğunu da öğretti. -Edilgendir bu öğrenmeler: hocam bu hayatta ne işimize yarayacak öğrenmeleridir, öğrendiğini anlamazsın öğrenirken, öğrenmek istemezken öğrenirsin.- Eski hortumu çıkardım ama uymadı yeni ocağın arkasına. Bizim hortum yeni gelen ocakla ilk etapta anlaşamamıştı, aralarında bir uyum sağlamak için harcama yapmak gerekiyordu.

     Bu aralar çok fazla bomba patladığı için sık sık yağmur yağıyordu. Çıktım dışarı, çok amaçlı hortum birleştiriciyi aldım, geldim. Eski ocağın yerini yenisi aldı böylece. Artık aynı anda dört şey pişirebilecektik. Yaşasındı. Kontrol ettim gaz kaçırıyor mu diye. O sırada annem, mutfağa en yakın oda benimki olduğu için bana dönerek: ‘Dikkat edin, baş dönmesi, mide bulantısı falan olursa hemen haber verin, aman zehirlenmeyin’ dedi. Ben de gaz ve ocak arasındaki bağlantıyı kurmuş kişi olarak özgüvenle, ‘olur mu öyle şey yahu, bunda hiçbir sıkıntı çıkmaz’ şeklinde bakış attım. Aradan bir saat geçti, çay içmek için ocağı kullanmamız gerekti. Annem çayı demledi. Ben de sesini duyar duymaz bir sigara sardım, hemen mutfağa gitti. Bizim konuşmalarımızı duyan kardeşim de geldi birkaç fırt sonra. Bir anda yeni ocak, annem, kardeşim ben bir aradaydık. Herkesin gözü ocaktaydı, zehirlenirsek birlikte zehirlenelim ama kesin gaz kaçırmıyor bakışı attık ayrı ayrı zamanlarda ocağa. 

15 Mart 2016 Salı

Parayı veren düdüğün sahibi olur!

     Hal-i pürmelalimiz belli. Bombalar, kavgalar, brütüslükler, yetişmesi gereken işler, tembellikler, sevilmeme hissi… Geçen gece yine alkol oranı yüksek bir gecede, bölünerek o masadan bu masaya doğru giderken bir muhabbette bulduk kendimizi. Vay efendim biz ‘kaybedenler kulübü’ triplerindeymişiz, asıl kaybedenler onlarmış. Biz orta sınıf, doktora yapan, güzel kadınların boynuna sarıldığı, öptüğü önünde öpmediği arkasında, sarhoş olacak ve ertesi sabah soda alabilecek, kirasını rahatlıkla ödeyebilecek, güzel kıyafetler giyebilecek; kısacası hayatıyla ilgili tercihlerini satın alabilecek kadar parası olan insanlarmışız.
     ‘Gerçek umutsuz bir insanın son şansıdır’ diyor bir dizide arkadaşlarından intikam alan adam. Ortaokuldayken bir arkadaşım şöyle demişti (kesin bir yerden okudu bana sattı şerefsiz): her insanda insanlığın her hali vardır.
     Çay demlemek kadar kolay bir insanın derdini dinlemek. Ama iyi demlenmiş bir çay gibi farklılıkları da var bu dinlemelerin. Siz iyi demlediğinize inandığınız ve serviste kusursuz davrandığınızı düşündüğünüz bir bardak çaya elini uzatan arkadaşınızın bir fırt çektikten sonraki yüz ifadesinin beklentilerinizi karşılamamasından daha kötüdür haliyle hallendiğiniz arkadaşınızın size ‘ben size niye güvendim ki’ demesi. Bazı çaylar yeniden demlenebilir. Ama bazı anlar unutulmuyor.
Bazı pahalı restoranlarda masaya oturur oturmaz, daha size menü gelmeden, hatta siz daha oturmaya karar bile vermemişken gelen bir garson, önünüzdeki tabağa atıştırmalık bir şeyler koyar ya, artık ne kadar pişman olsanız da başlamışsınızdır yemeğe. O masadan geri dönüş hesap ödemeden olmaz artık, yemek yemeseniz de yemek yeme kararı vermiş olmanızın bir bedeli vardır artık. Bazı satırlar, bazı sözcükler de öyle.

     Benzetmeler daha az acıtıyor karşı tarafı. Aklını karıştırıyor biraz ama yine de karşı tarafın kendi bakış açısının yaratmasına olanak veriyor. Bağlamdan da kaçırıyor çoğu zaman ama yine de benzetmek istiyor ulan anlatmak isteyen. Bu da mı gol değil, benzetmek istiyor: Düşünün ki o restorandasınız, menüye bakıp çıkmak var aklınızda, ama bunu garson bilmiyor. Bilmeye bilmeye önünüzdeki tabağa bir şeyler koyuyor. Tam o sırada siz garsona buyur kardeş sen de otur diyorsunuz, aklınızda hesaba ortak etmek var garsonu. Garson estağfurullah efendim diyor size, siz ısrar ediyorsunuz oturması için, hatta hafifçe kolundan tutup oturtuyorsunuz karşınızdaki sandalyeye, sonra garsonun size en güvendiği anda kalkıyorsunuz masadan, kasaya bakıp arkadaş ödeyecek deyip çıkıyorsunuz mekandan. Oldu mu? Olmadı. Alkollü olsaydık olur muydu?

Not: Bazı virgüller ve tırnak işaretleri sözlü olarak kullanılmak üzere cüzdanıma konulmuştur.