24 Eylül 2014 Çarşamba

Yağmur




“now that we’re here,
how do we get back?”

Çağımın aklında plastik çiçekler açıyor,
gülüyor ve seviniyorlar buna. Oysa yağmur
durmadan yağıyor. Biz bir odanın ışığını
açana dek yağacakmış.
İki kişilik bir sessizliği buluşturana dek,
bir ritmin içinde tekrar. Yağacakmış, hayatı
oluşturana dek, tekrar.
Sık sık camdan dışarı bakıyorsun, odaların dışına
kaçıyorsun, kalmak istediğin bir yerin yokmuş,
içindeki ses kaygıyla tanıştırıyormuş seni.
Yağmur: Sessizliğiniz huzursuzluğunuzun sesi
diyormuş size. Yankılanıyormuş yağmur:
Ömrün bir şey anlatıyor sana, ama sen anlamıyorsun!
Yağmur durmadan yağıyormuş:
Hiçbir şey rastgele değildir.
Hiçbir şey rastgele değildir.

Ben anlıyorum ama onlar anlamıyorlar daha,
içlerindekini çoktan unuttular. Yağmur da
sevmiyor artık bizi. Ama terk etmiyor,
unutmuyor yine de: Yağmur yağacakmış daha:
Buluşturana dek içimizdeki kopuk ritmi,
cılız sesleri dönüştürene dek rüzgâra.

Çağımızın aklında bombalar patlıyor, kaçıyor
ama dönüyorlar aynı yıkık yerlere.
Silinebilir mi bu yazı?
Bu uzun anı unutulabilir mi?
Eski bahçe acı çekiyor benim yerime.
Ben, silinebilsin, unutulabilsin diye
dua ediyorum yağmurla birlikte.
Yağmur yağıyor: Bilmiyorsun diyor, toprak nedir,
eski bahçe ne, niçin söküldün ordan ve sıkıntıya aitsin, neden?

Eski bahçe, hey! hayatın ritmini,
yağmurun sırrını saklayan,
bizi bir zaman şımartan kucak, kayıtsız şefkat.
Bir ömür nasıl yaşanır, fısılda bize,
Nasıl yanar hayatın ateşi içimizde?

Yağmur yağacakmış,
Ömrün anlatacakmış daha.


Birhan Keskin

11 Eylül 2014 Perşembe

Kimdi Pinochet?



“Aslında kimdi Pinochet, kapitalist ihtilaliyle ve yirmi yıl süren baskı rejimiyle Şili’ye damgasını öylesine vuran o asker kimdi? […] Ondan neden bu kadar korkuluyordu? Ona neden bu kadar hayranlık duyuluyordu? […] Öyle sanıyorum ki onu anlayabilmek için Mario Vargas Llosa’nın Teke Şenliği ya da Gabriel Garcia Marquez’in Başkan Babamızın Sonbaharı gibi romanları okumak yerinde olur, çünkü o yazarların öylesine güzel tanımladıkları o tipik Latin Amerikalı başkomutan tiplemesiyle pek çok ortak yanı vardı onun. Sert, soğuk, kaypak ve otoriter bir adamdı, bir kurum olarak orduya duyduğunun dışında sadakat kaygısından da duygusundan da yoksundu, General Carlos Prats ve daha başkaları gibi işine geldiğinde öldürttüğü silah arkadaşlarına karşı vefa duygusu yoktu içinde. Kendisinin vatanı kurtarmak için Tanrı ve tarih tarafından seçildiğine inanıyordu. Nişanlara, askeri şatafata bayılırdı; kendi kendisine manyaklık derecesinde hayrandı, hatta kendi adını taşıyan, kendi imajını sürdürüp korumaya yönelik bir vakıf bile kurmuştu. Kurnaz ve ihtiyatlıydı, köylü tavırlıydı ama istediğinde cana yakın olabilirdi. Kimilerince beğenilen, kimilerince nefret edilen, herkes tarafından korkulan bu adam, tarihimizin çok büyük bir gücü en uzun süre elinde tutan şahsiyeti olsa gerek”.

ISABEL ALLENDE