21 Kasım 2017 Salı

Kılıcımda Hüzün

Fütursuzca laf sokmalar, nereye varacağı belli olmayan ama acıtacağı belli olan tartışmalar, nereden çıkacağı belli olmayan ama en beklemediğin anda çıkacağı neredeyse kesin olan talihsizlikler. Bunalımlar çağının tam ortasında, faşizmin olgunluk çağında bizlere düşen de birbirimize güvenmemek oldu. İyi bir şey söylerken hatta düşmana bir ağız dolusu küfrederken sizi yanlış anlayan arkadaşlarınızdan sevgililerinize kadar, sevdiğiniz bu insanlar neredeler sinir krizi geçirdiğiniz zamanlarda. “Siz yok musunuz siz derya kuzuları”, gürültülerle çevrili cibinliğinizin içinde uyumaya çalışırken birden ağzınıza o cigarayı dayayan sevgili dostlarım, burada “ben iflah olmam”.  

12 Ekim 2017 Perşembe

Bazı noktalar birleşmek istemiyor.





Saldırı, yardım, özlemek, arkadaşlık, gece oturması, kadın, seks, Amsterdam, tez yazmak, gitmek, gitmek istememek, gitmek istemek, fotoğraf, baba, yarıda kesilen kahkaha, erkeklik, loveing the strange things, aldatılmak, aslında öyle olmaması, insanların seni öldürmek istemesi, herkesin ölmesini istemek, kek, siroz, aslında herkesin ölecek olması, post-it, balkonda oturmak, nevresime yazı yazmak, boğazının sıkıldığını hissetmek, koşarak gelip sana sarılınması, yorganın içindeki sen’e öpücük, sıcak simiti peynire sürmek, gazozun içindeki leblebi, köpeğin sana alışması, falım sakız, iki lirayla on üç gün geçirmek, yalandan da olsa duyayım yalanlar hoşuma gitmeye başladı, pis mutfak, yeni klozet kapağı, kapının çalmasını istemek, kapının hiç çalmamasını istemek, dilin tütünden uyuşması, karbonat, beş ciltlik ansiklopedi, üzüldüğünü söylemeye utanmak, filler ve baykuşlar, bağıra çağıra kavga etmek, beyin kanaması, sürekli neden diye sormak, yazılan çoğu şeyin zaten saçma olması, tesellinin felsefesi, sabah duşu sonrası ıslak saç, kurşun kalem, odasına sakladığım not, havuç ve parmaklarının boğumları.

28 Eylül 2017 Perşembe

Sağolasın Ford Perfect!

Eric & Ali… Sonrasında Erica & Ali… Giden yıllar geri gelmiyor ama bu kadar vaktin ardından fark ettiğinde kendini “siyahlar kenara çekilsin” diyen Django gibi hissedip hayallere altıpatlarla saldırabiliyorsun. Sağolasın Ford Perfect! Beni Hayalet ırkçılarından bir kere daha kurtardın zira...

27 Eylül 2017 Çarşamba

11661. Günün Rüyası

O fotoğrafları gördüğüm gecenin sabaha karşısı zar zor uyumuştum. Sabah uyandığımda bu rüyayı gördüm:

Denizin ortasında yüksek, dik kayalıkların üzerinde uyanıyorum. Dalgalar çok şiddetli bir şekilde kayalara çarpıyor. Üzerimde dizlerime kadar gelen ince, yeşil bir palto var. Paltonun omuz kısımlarında rütbe yerleri gibi düğmeli bir kısım var. Sanki başıma vurulmuş gibi bir ağrı ile uyanıyorum. Etrafıma bakınca yüzlerde siyahi insanın kayaların üzerinde güneşlendiğini görüyorum. Kimse bana bakmıyor, daha doğrusu dikkat çekici bir tip olarak gelmiyorum onlara. 15-16 yaşlarında çıplak bir kız denize doğru bağırıyor. Ben hepinizin annesiyim, bana bakmayın, benle sevişmek istemeyin diyor. Yanında annesi var ona sus kız diyor. Kız ona alaycı bir bakış atıp bir hatip edasıyla konuşmaya devam ediyor. Gözüm biraz sola kayıyor, 50’li yaşlarında bir adamla 20'li yaşlarında bir adam öpüşüyorlar. Sakalları ve deniz şortlarına bakınca İslami tiplere benziyorlar, genç hadi gidelim diye işaret ediyor yaşlıca olana. Bu sırada önlerinde yatan adam bunlardan rahatsız olup bir şeyler söylüyor. Kayalar çok yüksekte ve aşağı inmek istiyorum. Birisi şuradan ineceksin diye çok dik ve sadece bir kişinin yürüyebileceği bir patika gösteriyor. Oradan nereye gideceğim diye soruyorum, kayalığın üzerinden karşıya kadar yürü oradan trene bin diyor. Dediğini yapıyorum. Bilet gişesinden bilet alıyorum 7 liraya. Bana 3 bilet veriyor kadın, yabancı olduğumu anlamıyor. 

4 Haziran 2017 Pazar

Kafka'mda Deli Sorular

Milenaya yazdığın mektupları tekrar tekrar okudum. Özellikle de “gelme, bir gün gerçekten ihtiyacım olduğunda ve senden gelmemi istediğimde, hemen geleceğin umudu kalsın bende” kısmını. Bu satırları her zaman; hiç gitme burada kal şeklinde okumuşumdur. Artık farklı bir yerden okuyorum bu satırlarını, o yüzden kafamda deli sorular var. Mesela Bilge Karasu’nun “istediği için tek başına durabilmek” cümlesini bilirsin. İhtiyaç duymamak muhtaç olmamak, yalnızlığa itileceğini bildiğin için yalnızlığı tercih ediyormuş gibi yapmak ya da gerçekten tercih etmek. Neyse sevgili Kafka bunlar üzerine daha çok düşünülmesi gereken derin mevzular, zaten çözüm şimdi gelmese daha iyi çünkü yine gitmek zorunda kalacak.   

29 Ocak 2017 Pazar

Kendi ayakları üzerinde durmayı başarabilmiş insanlar birliği

Sevgilim;
Bugün sol ayağımın kesileceğini öğrendim. Doktorun ağzından ayağını kesmemiz gerekiyor diye başlayan cümlesi kulağıma geldiği sırada çok güzel bir ekmek kokusu burnuma, ambülans sesi kulağıma geliyordu. Doktoru dinledim. Peki başka bir tedavi mümkün değil mi diye sordum hemen umutla. Doktor bu tedavi değil zaten dedi, bu acil bir müdahale, kestikten sonra uzun süren bir tedavi sürecine girmemiz gerekiyor yoksa seni kaybederiz dedi. O sırada aklıma hastane çevresinde dilenen Suriyeli mülteciler geldi. Hangi bağlamda geldi, neden geldi bilmiyorum ama geldi işte. Bir an kendimi çok kaybetmiş hissettim. Neden sonra daha doktorun bütün cümlelerinin bitmesini beklemeden ayağa kalktım ve elimi uzattım, biraz düşünmem ve bir sigara içmem lazım dedim. Artık sigarayı da bırakmalısın dedi doktor bir yandan şaşırırken.
Odadan dışarıya çıktım, ayakkabımın güvenle sardığı sol ayağıma baktım ve asansöre doğru yürüdüm. 4. Kattaydı doktorun odası. Asansörün düğmesine bastım ama halen eskisi gibi yürüyebiliyorken yürüyerek inmeye karar verdim. Dışarıda sigara içilebilen alana gittim ve yere oturdum. Çabucak bir sigara sardım. İçimden sol ayağımla konuşmaya başladım. Sol ayağımı ilk dedemin sağ ayakla odaya gir dediğinde önemsemeye başladığımı farkettim. Dine ilk isyanımı sol ayakla odaya girerek yapmıştım. Aklıma bu benim için küçük insanlık için büyük bir adım lafı geldi sonra, bir gülümseme geldi dudaklarıma. Tam dudaklarım biraz daha mı gülsek derken muhtemelen bir taşeronda çalışan temizlik görevlisi kadın tepemde dikilip yerde oturma kardeşim dedi. Ayağım kesilecek de üzerinde duramıyorum dedim nedenini bilmediğim bir şekilde. Benim için çarpıcı ve acınası bir cümle olmasına rağmen kadın sanki bu sözleri ilk defa duymuyormuş gibi orasını bilmem burada yerde oturamazsın dedi. Peki ama üzerine basamıyorum biraz ağrıyor da dedim. Ben anlamam dedi. Kendimi daha da acındıracak bir biçimde ellerimden destek alarak ayağa kalktım ve duvarın üzerine oturdum. Böyle iyi mi dedim ama hiç oralı olmadı.

Sigaramı bitirip doktorun odasına tekrar çıktım. Kapıyı çaldım ve selam verip içeri girdim. Ne zaman keseceksiniz dedim. Doktor gayet ciddi bir şekilde çekmeceden bir dosya çıkardı, sayfaları çevirmeye başladı. Ne çok ayağı kesilecek var diye geçirdim içimden. Onların hepsinin ayağı mı kesilecek diye sordum doktora, hayır dedi bu genel bir liste. Daha önceden çok ayak kestiniz mi diye sordum. Sanırım bugün ilk defa birisini şaşırtmıştım. Yani diye cevap verdi doktor. Altı ay sonraki bir tarih için uygun musun diye sordu. Evet dedim hemen, insan ayağının kesileceği gün orada olmalı ve bütün diğer işlerini iptal etmeliydi. Biraz daha ayağımın kesilmesini normal gösterecek sakin konuşmalar yaptıktan sonra odandan çıktım. Eve doğru yürümeliydim. Ayağım son anlarını güzel yaşamalıydı, öyle dolmuş köşelerinde taksi köşelerinde sürünmemeliydi, gerçekten yaşamalıydı. Yaklaşık kırk dakikalık bir yürüyüşten sonra eve vardım. Ev arkadaşım mutfakta sigara içiyordu. Ne dedi doktor dedi. Bir tane de bana sarsana dedim. Kahve makinasından bir bardak kahve aldım, sandalyeye oturdum, altı ay sonra ayağımı kesecekler dedim. Tıpkı bu benim için küçük bir adım diye düşünürken ki ben gibi güldü ev arkadaşım. Gerçekten mi lan dedi. Evet abi dedim, altı ay sonraya randevu verdi. Oha lan neden dedi, bilmiyorum dedim ama evi hemen taşımalıyız altı ay sonra yardımcı olamayabilirim.