2 Ağustos 2018 Perşembe

Oynamazsan Kaybetmezsin







Nüfus cüzdanımın arkasında “Kayıtlı Olduğu” başlığında bir bölüm var. Bana ne zaman nerelisin diye sorsalar burada yazanları söylerim. Kimliğimin “arka sayfası”nda yazan memleketim benim için cenazaden cenazeye gidilen bir yer olageldi aslında. Telefonum çaldı, filancanın falancası ölmüş, şu zaman cenaze var denildi, atladım gittim. Çok tanımadığım, genellikle sevmediğim, yaşamları boyunca kendisi ve çevresi için pek bir şey yapmamış onlarca insan gömüldü memleketimin topraklarına.
Hemen hepimizin hayatında etkisi olan J.R.R. Tolkien bir söyleşisinde şöyle diyor: “İnsanlarda ilgi uyandıran, hatırı sayılır bir süre onların dikkatlerini canlı tutan tüm uzun hikayeleri gerçekten tek bir şeye indirgeyecek olursanız… ölüm hakkındadır, ölümün kaçınılmazlığı hakkındadır.”
Özellikle sevmediğim, hayatımda ya da başkalarının hayatında hiçbir etkisi olmadığını düşündüğüm insanların cenazelerine katıldığımda, artık ölmüş olan insanların arkasından hep güzel şeyler denilmeye çalışıldığını gördüm. Her yaşayanın yaşarken olmasa bile öldüğünde sevenleri oluyordu. Yaşayanlar özellikle ölüleri hakkında kutsayacak şeyleri çok çabuk buluyorlardı. İlgili olsun ya da olmasın- karşıdaki kişi artık ölü olduğundan- ölen hakkındaki olumlu hikayeler, itiraz edecek ve kendisi hakkında söylenenlere karşı çıkabilecek bir yaşayan kendi olmadığından rahatça söylenebiliyordu. Bunun bir istisnasıyla karşılaşmadım şimdiye kadar. Sıkça duyduğum bir başka şey ise, köyün “delisi” ya da “değişiği” ile ilgili olumsuz hikayelerin de zaman geçtikçe kutsal hikayeler haline getirilmesiydi. Şimdi yaşadığım yerde bir türbe var. Zamanımızdan yüz yıl kadar önce yaşamış bir “mahalle delisi”ne ait bir türbe. Bütün yapıp ettiği o “delilikler” öncü bir toplumsal seziyle bezenerek kutsanmış durumda şu an. Kim bilir yaşarken neler çekti şimdiki insanların anne babalarından.
Demem o ki insanlar gündelik hayatlarında içinde bulundukları toplulukların mutluluğu ya da beraberliği ya da daha kutsal şeyler adına bir şey yapsınlar ya da yapmasınalar, öldüklerinde bir şekilde kutsanıyorlar. Genel olarak küçük gruplar için geçerli bir şeydir bu. Büyük topluluklarda ya da toplumlarda hegemonya, ideoloji ve tarih yazımı gibi şeylerin etkisiyle çok farklı seyir alabilir gündelik hayatlarımızın sonraki anlatıları. Ancak bahsetmek istediğim, bir şey yapmaksızın kutsanacağımızı ve öleceğimizi bilmemizdir. Burada bir şey yapmaktan kastettiğim şeye itirazlarınız olabilir elbette ancak bir şey yapmaktan kastettiğim şey topluluk için bir değer üretmeden ibaret yalnızca, bu değer halen var olan ve diğer gruplar açısından değer olarak sayılan bir şey de olabilir tam tersi bizim gurubumuz/gruplarımız tarafından karşı çıkılan ya da uzak durulan bir değer de olabilir. Burada kişileri ikna kabiliyetleri ve grubun/gruplarının dinamikleri ve potansiyelleri ile baş başa bırakmakta ciddi fayda var.
Sürekli “oyundan kaçan” hiçbir şey yapmadan hayatını neredeyse ölümüne kadar geçen zaman içerisinde salınıma bırakan, oynamadığı ve oyundan kaçtığı sürece kutsanan bütün davranışları kritik etmek istedim yalnızca. Serzenişimi ufak bir notla bitirmek istiyorum: “Hayat ... hayat yalnızca çay ve sandviçlerden ibaret değil...”