Nüfus
cüzdanımın arkasında “Kayıtlı Olduğu” başlığında bir bölüm var. Bana ne zaman
nerelisin diye sorsalar burada yazanları söylerim. Kimliğimin “arka sayfası”nda
yazan memleketim benim için cenazaden cenazeye gidilen bir yer olageldi
aslında. Telefonum çaldı, filancanın falancası ölmüş, şu zaman cenaze var
denildi, atladım gittim. Çok tanımadığım, genellikle sevmediğim, yaşamları
boyunca kendisi ve çevresi için pek bir şey yapmamış onlarca insan gömüldü
memleketimin topraklarına.
Hemen
hepimizin hayatında etkisi olan J.R.R. Tolkien bir söyleşisinde şöyle diyor: “İnsanlarda
ilgi uyandıran, hatırı sayılır bir süre onların dikkatlerini canlı tutan tüm
uzun hikayeleri gerçekten tek bir şeye indirgeyecek olursanız… ölüm hakkındadır,
ölümün kaçınılmazlığı hakkındadır.”
Özellikle
sevmediğim, hayatımda ya da başkalarının hayatında hiçbir etkisi olmadığını düşündüğüm
insanların cenazelerine katıldığımda, artık ölmüş olan insanların arkasından
hep güzel şeyler denilmeye çalışıldığını gördüm. Her yaşayanın yaşarken olmasa
bile öldüğünde sevenleri oluyordu. Yaşayanlar özellikle ölüleri hakkında kutsayacak
şeyleri çok çabuk buluyorlardı. İlgili olsun ya da olmasın- karşıdaki kişi
artık ölü olduğundan- ölen hakkındaki olumlu hikayeler, itiraz edecek ve kendisi
hakkında söylenenlere karşı çıkabilecek bir yaşayan kendi olmadığından rahatça söylenebiliyordu.
Bunun bir istisnasıyla karşılaşmadım şimdiye kadar. Sıkça duyduğum bir başka
şey ise, köyün “delisi” ya da “değişiği” ile ilgili olumsuz hikayelerin de
zaman geçtikçe kutsal hikayeler haline getirilmesiydi. Şimdi yaşadığım yerde
bir türbe var. Zamanımızdan yüz yıl kadar önce yaşamış bir “mahalle delisi”ne
ait bir türbe. Bütün yapıp ettiği o “delilikler” öncü bir toplumsal seziyle
bezenerek kutsanmış durumda şu an. Kim bilir yaşarken neler çekti şimdiki
insanların anne babalarından.
Demem o ki insanlar
gündelik hayatlarında içinde bulundukları toplulukların mutluluğu ya da beraberliği
ya da daha kutsal şeyler adına bir şey yapsınlar ya da yapmasınalar,
öldüklerinde bir şekilde kutsanıyorlar. Genel olarak küçük gruplar için geçerli
bir şeydir bu. Büyük topluluklarda ya da toplumlarda hegemonya, ideoloji ve
tarih yazımı gibi şeylerin etkisiyle çok farklı seyir alabilir gündelik hayatlarımızın
sonraki anlatıları. Ancak bahsetmek istediğim, bir şey yapmaksızın kutsanacağımızı
ve öleceğimizi bilmemizdir. Burada bir şey yapmaktan kastettiğim şeye
itirazlarınız olabilir elbette ancak bir şey yapmaktan kastettiğim şey topluluk
için bir değer üretmeden ibaret yalnızca, bu değer halen var olan ve diğer
gruplar açısından değer olarak sayılan bir şey de olabilir tam tersi bizim
gurubumuz/gruplarımız tarafından karşı çıkılan ya da uzak durulan bir değer de
olabilir. Burada kişileri ikna kabiliyetleri ve grubun/gruplarının dinamikleri
ve potansiyelleri ile baş başa bırakmakta ciddi fayda var.
Sürekli “oyundan
kaçan” hiçbir şey yapmadan hayatını neredeyse ölümüne kadar geçen zaman
içerisinde salınıma bırakan, oynamadığı ve oyundan kaçtığı sürece kutsanan
bütün davranışları kritik etmek istedim yalnızca. Serzenişimi ufak bir notla
bitirmek istiyorum: “Hayat ... hayat yalnızca çay ve sandviçlerden ibaret
değil...”