19 Ağustos 2013 Pazartesi

Yine, yeni, Yeniden!



-Gezi Direnişi boyunca Ankara’da her sokağa çıktığımda karşılaştığım direnişten hemen sonra Van Gölü’nde boğularak ölen Enes Dursun’a ithaf edilmiştir-

Terry Eagleton Kültür yorumları’nda, kültürün toplumsallığını tartıştığı bir yerde diyor ki: “… kültür doğası gereği siyasi değildir. Bir Bretonya aşk şarkısı söylemenizin, Afro-Amerikan sanatı üzerine bir sergi açmanızın ya da lezbiyen olduğunuzu açıklamanızın doğası gereği siyasi hiçbir tarafı yoktur. Bunlar doğası gereği ve hiçbir zaman siyasi değildir; yalnızca, genellikle pek de hoş olmayan özgül tarihsel koşullar altında bu hale gelirler. Yalnızca bir egemenlik ve direniş sürecine yakalandıkları zaman siyasi hale gelirler – aksi takdirde zararsız olan bu meseleler bu ya da şu sebepten savaş alanına döner.” Bu paragrafı, Çarşı taraftar grubunun 18 Temmuz 2013 tarihli protestosundan bir gün sonra, hatta, çarşı haberlerini okumamdan sonra okumamın bir anlamı var dedim. Hollywood filmleriyle büyüdüğüm için böyle şeyleri bir yerlere bağlamaya pek meraklıyım.

Eğer, Gezi Direnişi’nin altından yatan nedenlerden önemli bir kısmının hükümetin baskıcı politikalarının yanı sıra, insanlara nasıl davranması gerektiğinden tut nasıl giyinmesi gerektiğine kadar müdahalesiyle ilgili olduğunu söylersem yeni bir şey söylemiş olmam. Üstelik okuması sıkıcı bir şey yazmış olurum. Fakat Çarşı’nın dün yine yeniden bize hatırlattığı ve sabah 6’da okurken uyku mahmurluğumu üstümden atan, “oh be!” dememe sebep olan, (abartıyorum)içimi kıpır kıpır yapan Gezi Direnişi’nin devamından tam önce söylemeliyim(devamı olacağına inanıyorum fakat bir şeyler hakkında ahkam kesmemeyi Haziran ayında öğrendim). Direnişten sonra da öğrendik ki hükümetin geri adım atacağı falan yok. Vazgeçmeye de niyetleri yok. Geri adım atmayı bırak, inadına daha güçlü hazırlanıyorlar. Tam bir sıkıyönetim koşulları işliyor. Devlet şiddeti artacak, faşistlerin sokağı bırakmasıyla yok olduğunu sandığımız para-militer güçler başka siyasi gruplar şeklinde tekrar canlanacak. Üstelik hükümet hedefleri bile belirledi. Adreler belli: “Üniversiteler ve taraftar grupları.” Uyarıyor, sopa gösteriyor önlem almaya çalışıyor.

Eylem sürecinin hemen hemen azalmaya başladığı bir ara bir video izlemiştim. Video İstanbul’un bir semtinde geçiyordu. Yanlış hatırlamıyorsam lüks bir semtti. Arkası görünmeyen bir kalabalık, sokağın dörde ayrıldığı bir yerde polislerle karşılaşıyor. Kalabalıktan beşiktaş formalı biri, yaklaşık 20-30 polisin bulunduğu yere görüşmeye gidiyor. Polisle anlaşıyor. Anlaşma koşulları basit: Eylemciler bulundukları yerde durdukları sürece polis müdahale etmeyecek. Koşmaya başlasa karşısındaki 20-30 polisi sadece koşarak ezecek kalabalık, temsilciliğini bıraktığı temiz yüzlü beşiktaş formalı çocuk sayesinde orada durup slogan atmaya başlıyor. Çok değil kısa bir süre sonra polise gelen destek kuvvetle birlikte polis eylemcilere yoğun gaz atıp kovalamaya başlıyor. 

Videoyu izliyorsun, üzülüyorsun, için acıyor, kızıyorsun falan filan. Bir şeyler eksik. Artık böyle teraneler görmek istemiyoruz. Yok kardeşim, bunların eylemlere sloganlara alerjisi var. “Yanlış” terimi sadece karşı taraf için olabilir. Adam bir şey anlatıyor, adeta hipergerçek. Biri olanlara dair bir şey söyleyince kendinden geçiyor, kızıyor, bağırıyor, ceza veriyor, hedef gösteriyor falan filan. Polisin iyisi kötüsü yok kardeşim, yaşadığında polis şiddeti değil zaten, bilakis devlet şiddeti. Devletin de safı belli. Ortası yok bunun. Bize Tekel bir şey öğretti: “İktidar hayatı hedef aldığında, hayat iktidara direniş olur.” Hadin sağlıcakla.