-Gezi Direnişi boyunca
Ankara’da her sokağa çıktığımda karşılaştığım direnişten hemen sonra Van Gölü’nde
boğularak ölen Enes Dursun’a ithaf edilmiştir-
Terry Eagleton Kültür
yorumları’nda, kültürün toplumsallığını tartıştığı bir yerde diyor ki: “…
kültür doğası gereği siyasi değildir. Bir Bretonya aşk şarkısı söylemenizin,
Afro-Amerikan sanatı üzerine bir sergi açmanızın ya da lezbiyen olduğunuzu
açıklamanızın doğası gereği siyasi hiçbir tarafı yoktur. Bunlar doğası gereği
ve hiçbir zaman siyasi değildir; yalnızca, genellikle pek de hoş olmayan özgül
tarihsel koşullar altında bu hale gelirler. Yalnızca bir egemenlik ve direniş
sürecine yakalandıkları zaman siyasi hale gelirler – aksi takdirde zararsız
olan bu meseleler bu ya da şu sebepten savaş alanına döner.” Bu paragrafı,
Çarşı taraftar grubunun 18 Temmuz 2013 tarihli protestosundan bir gün sonra,
hatta, çarşı haberlerini okumamdan sonra okumamın bir anlamı var dedim. Hollywood
filmleriyle büyüdüğüm için böyle şeyleri bir yerlere bağlamaya pek meraklıyım.
Eğer, Gezi Direnişi’nin altından yatan nedenlerden önemli
bir kısmının hükümetin baskıcı politikalarının yanı sıra, insanlara nasıl
davranması gerektiğinden tut nasıl giyinmesi gerektiğine kadar müdahalesiyle
ilgili olduğunu söylersem yeni bir şey söylemiş olmam. Üstelik okuması sıkıcı
bir şey yazmış olurum. Fakat Çarşı’nın dün yine yeniden bize hatırlattığı ve
sabah 6’da okurken uyku mahmurluğumu üstümden atan, “oh be!” dememe sebep olan,
(abartıyorum)içimi kıpır kıpır yapan Gezi Direnişi’nin devamından tam önce
söylemeliyim(devamı olacağına inanıyorum fakat bir şeyler hakkında ahkam
kesmemeyi Haziran ayında öğrendim). Direnişten sonra da öğrendik ki hükümetin
geri adım atacağı falan yok. Vazgeçmeye de niyetleri yok. Geri adım atmayı
bırak, inadına daha güçlü hazırlanıyorlar. Tam bir sıkıyönetim koşulları
işliyor. Devlet şiddeti artacak, faşistlerin sokağı bırakmasıyla yok olduğunu
sandığımız para-militer güçler başka siyasi gruplar şeklinde tekrar canlanacak.
Üstelik hükümet hedefleri bile belirledi. Adreler belli: “Üniversiteler ve
taraftar grupları.” Uyarıyor, sopa gösteriyor önlem almaya çalışıyor.
Eylem sürecinin hemen hemen azalmaya başladığı bir ara bir
video izlemiştim. Video İstanbul’un bir semtinde geçiyordu. Yanlış hatırlamıyorsam
lüks bir semtti. Arkası görünmeyen bir kalabalık, sokağın dörde ayrıldığı bir
yerde polislerle karşılaşıyor. Kalabalıktan beşiktaş formalı biri, yaklaşık
20-30 polisin bulunduğu yere görüşmeye gidiyor. Polisle anlaşıyor. Anlaşma koşulları
basit: Eylemciler bulundukları yerde durdukları sürece polis müdahale
etmeyecek. Koşmaya başlasa karşısındaki 20-30 polisi sadece koşarak ezecek
kalabalık, temsilciliğini bıraktığı temiz yüzlü beşiktaş formalı çocuk
sayesinde orada durup slogan atmaya başlıyor. Çok değil kısa bir süre sonra
polise gelen destek kuvvetle birlikte polis eylemcilere yoğun gaz atıp
kovalamaya başlıyor.
Videoyu izliyorsun, üzülüyorsun, için acıyor, kızıyorsun
falan filan. Bir şeyler eksik. Artık böyle teraneler görmek istemiyoruz. Yok kardeşim,
bunların eylemlere sloganlara alerjisi var. “Yanlış” terimi sadece karşı taraf
için olabilir. Adam bir şey anlatıyor, adeta hipergerçek. Biri olanlara dair
bir şey söyleyince kendinden geçiyor, kızıyor, bağırıyor, ceza veriyor, hedef
gösteriyor falan filan. Polisin iyisi kötüsü yok kardeşim, yaşadığında polis
şiddeti değil zaten, bilakis devlet şiddeti. Devletin de safı belli. Ortası yok
bunun. Bize Tekel bir şey öğretti: “İktidar hayatı hedef aldığında, hayat
iktidara direniş olur.” Hadin sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder