26 Temmuz 2011 Salı

"Duvarları Kuşatın da, Tutuklayın Hepsini..."

İnsanın "türsel varoluşu" diye bir kavramdan hepimizin haberi var diye biliyorum. Pratik yollarla çok mümkün görünmese de, sözel yollarla dahi kendimi avutarak bu duruma ulaşabilecek bir bilinç-altından çok uzaklarda olduğumu söylemeliyim. Aslına bakılırsa, içinde bulunduğum durum, Marx'ın anti-sömürgecilik hakkında düşündüklerinden çok farklı. Üstadın fikirleri belli belirsizdi; benimkiler ise gün gibi apaçık ortada. Sanırım, Bülent Ortaçgil "Anlamak çözmeye yetmez" diye söyler iken, bu koordinat düzleminde hissediyordu.

I.
Tanrım bize de bir salıncak! Sallanıp beynimi temizlemek istiyorum. Nerede aşılması gereken "tortular", ya da "muhafazakar sıçmıklar" var ise, beyin hücrelerimde mevcut. Geride bıraktığımız üç aylık dilimde, hastalıklı olduğumu ve öz-eleştirel terapilere ihtiyacım olduğunu kendime itiraf etmenin mutlu gururunu da yaşıyorum. En azından Engels gibi yapmadım; sevgilim bir İrlandalı olduğu için ilişkimize ulusal direniş hareketi ile ilgili olumlu görüşlerim varmış gibi bir hava katmadım. Benim sorunum da, Engels'inki gibi, kendimle ilgili. Her ne kadar, tüm Harry Potter filmlerini izleyerek, Engelsci tavra yakınlaşsam da, asla onun gibi siyasi dayanışma fikrini kişisel pragmatizme kurban etmedim. Yine de, toprağı bol olsun.

II.
Anladığım şu ki, "Hayatı nasıl kurguluyorsak, öyle yaşıyoruz." Öyleyse, problemlerimizin çoğu konfeksiyoncu kızların Özcan Deniz'e olan karşılıksız hayranlığı ile alakalı değil; daha çok kurgulanan ile deneyimlenen arasındaki kıytırık çelişki ile ilişkili. Kıytırık derken bile, beynimi tasaya sevk eden düşünceleri küçümseyerek, kendimi rahatlatmaya çabalıyorum. Halbuki, Edip'in sorduğu soruyla uyandığımı itiraf etmeliyim; "Diş değil, Tırnak değil; Bir mendil niye kanar?" Çok uzatmanın alemi yok; Dişlerimin ya da Tırnak'larımın arasında ergen cesetleri var, bariz. O halde, çözüm de bariz; Kurtul şu beynini kemiren ergen cesetlerinden. Bunu yapmak, Müslüm Gürses'in tarzını değiştirmesi kadar kolay değil. Çabaladıkça bu uğurda, rahminden çıktığı bilinç-altının yoğun etkisinde kalan bir öz-bilinç durumuna geri dönüp duruyorum.

III.
Şimdi, biraz şiirle arası olan herkes, derdini şiirler üzerinden düşünme eğilimindedir. Tam olarak ben de böyle düşünüyorum, ya da sadece ben böyle düşünüyorum diye herkesi de kendim gibi sanma eğilimi var bende. Bilmiyorum, önemsiz. En azından şimdilik. Fakat, artık hayatı pratik olarak yaşanan bir süreç olarak görmemi engelleyen şiirlere kıl olmaya başladım. İsmet Özel, tam olarak, "İnce Sızı" isimli şiirinde, o geniş kalçalı yarini dört kere düşünmeden önce, bu bağlamda bir şeyler der gibidir; "Yokum arkadaş düşünmekle varılan tada/Hayata sadece kafanı banmak/Gövdende namusluca güdebilmek sevinci/Elbet burkulup kalmaktan iyi..." İsmet Özelin şiirini eleştirmek peygamberlere bile düşmez, sorunum da zaten bu değil. Ama hayata sadece kafanı banınca burkulup kaldığından daha iyi olamazsın, cCc İsmet Reyiz cCc. Eğer sadece deli gibi düşünerek hesaplaşılsaydı banka tahvilleri ile, tüm borçlular evlerine dertlerini unutup -bu arada Amy Winehouse için ne kadar üzgün olduklarını düşünerek- dönerlerdi. Bir çok şiirin bize teselli kaynağı olmuştur, ama bu dizeler değil.

IV
Neyse. Ben zaten sorunun nedenini ve nasıl çözüleceğini biliyorum. Bir büyüğümün, ki benden 1,5 yaş kadar büyüktür, senelerdir öğütlediği gibi, "Evrim denilen şeye, daha fazla direnerek" olmaz bu. Yaprak dolması yiyerek ya da bir akşamüstü şehri terk etmeyi kafaya koyarak da çözülürmüş gibi durmuyor. Hayat, tam olarak birinden dinlenerek ya da şiirlerden medet umarak yaşantılanamaz. Tam olarak, deneyimlenerek öğrenilebilir. Denilebilir ki aradaki muhabbeti neden yaptın o zaman? Bu kadar şeyi neden yazdın ? Sadece, çözüm yolu olmayan şeyleri göstermek içindi. Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder