25 Temmuz 2011 Pazartesi

Bu aşkın aslı sende kalsın, nüshasını bana mail atarsın.


I
Spencer'dan etkilenmişim de haberim yok. Bende her disiplinin kendi dilini/terminolojisini yarattığını düşünüyorum. Ancak bilim ederken kullanman gereken dil, gündelik diline sirayet ediyorsa, bu bazen, insanı pis ediyor, çirkin ediyor. Bu pis ve çirkin oluştan mütevellit dil konusunda -gündelik ya da değil- daha temkinli olmalıyız. 


II
2 çocuğu sünnet ettiler. Sünnet olmak oldukça ilginç bir ritüel sevgili gakkolarım. Daha doğrusu bağrında çok çelişki barındıran bir ayin. Halk arasında muhtelif biçimlerde anılan - pipi, çavuş, horoz, kamış, satır, kobra, vd. ( daha ahlaksız ve imansız insanların pipiye taktıkları başkaca isimlere biraz utandığım için burada yer vermeyeceğim) erkeklik hedesinin muhtelif nedenlerden dolayı biraz kısaltılması ya da biçimlendirilmesi olarak tanımlayabileceğimiz sünnet ritüeli, bu coğrafyada ( kıta avrupası ve güney amerikanın kuzey kısmı hariç olan her yer yani) bence çocuklardan alınan bir çeşit intikam biçimi. Üzerinde etraflıca düşünmedim ancak, sünnet olayının iyi niyetli bir çaba olduğuna inanmıyorum. El kadar, tüyü bitmemiş bebelerin pipilerinden kesmek ve bunu yaparken sürece bir düğün havası katmak çok anlaşılır birşey değil bence. 

III
Paletlerim olmadan yüzerken ben hiç mutlu olamıyorum. Erken yoruluyorum, yüzme yarışlarını kaybediyorum, iyi dalamıyorum, fok taklidi yapıp dikkatleri üzerimde toplayamıyorum. Dün akşam mudanyada yüzerken de hiç mutlu olamadım ama yinede yüzdüm. Hazırlıksız gittiğim için astarsız ve oldukça uzun kürt kırmızısı bir şort ile yüzmek zorunda kaldım. Paletlerimin olmayışı ve şortumun aşırı çirkin oluşuna rağmen denizin içinde olmak çok orjinal bir duygulanım benim için. Mesela karaya doğru değil de açığa doğru yüzerken aklıma birsürü şey geliyor. Yanlarımda köpüren su, denizden gelen koku, genzimi yakan tuz, kulağımın bazen tıkanması, gözlerimin kızarması, özellikle el ve ayaklarımın suda bekletilmiş fasulye gibi şişmesi, evet tüm bunlar aynı anda gerçekleştiğinde, karaya doğru değil açığa doğru yüzerken, ben başka alemlere zerkoluyorum. Denize olan teveccühümün altında yatan sanırım en önemli neden bu, bana başkaca alemlere zerkolma imkanını sunması. Denizin çok kibirli, şımarık ve küstah olduğunu düşünüyorum mesela. Dalgaların karaya ve karadaki kayalara bir sarkıntılık ve istihza dolu edasıyla vuruşu ve hiç istifini bozmadan bunu tekrar edişi, karaya ve kayalara üzelmeme, denize ise kızmama neden oluyor. Sonra kara ve deniz arasındaki bu eşitsiz ilişki beni, hayata karşı açık ya da gizli özne olmayı düşünmeye zorluyor. Çatı meselesi. Etken ya da edilgen oluş falan. Sonra kendime  pay çıkarıyorum, denizden daimi sarkıntılığı, kara ve kayadan ise sonsuz direnci öğreniyorum. Dün gece denize karşı durup, ama tam çizgide, yani denizin sarkıntılığının bittiği, karanın hakimiyetinin başladığı o ince çizgide durup tribe girdim; you shall not pass dedim denize. Geçemedi. And the oscar goes to me.




IV
Hayata karşı Bursalı olmak bazen ima dolu gözlerin kısılarak size bakmasına neden olur. Bundan şikayetlendiğim yok. Şehir güzellemeleri yapmak çok tuttuğum bir şey değil. Ama sözkonusu burası/bursa olduğunda evet güzelleme yapmak kaçınılmaz oluyor. Neyse. Mudanyada kafi derece yüzdükten sonra, küçük burjuva yaşam koşullarımın da bana verdiği yetkiye dayanarak aymaz bir tavır takınıp yaklaşık 60 Km yol katedip uludağın zirvesine çıktım. Çıkarken tarihi çınara uğrayıp gözleme, ballı meyve tabağı yedim, çay içtim çınarın altında. Ben neler yedim, ben neler içtim bak hala burdayım. Siz bilmezsiniz Bursayı, uludağı da. Ben bilirim. Zirveye çıktığınızda, "bakacak" denen yere giderseniz eğer, gözlerinizin elf gözü olduğunu düşünürsünüz. Bakacak'tan baktığınızda tüm dünya görünür sanki. Bende gece saat 3 olduğunda bakacak'tan baktım. Karanlık olmasına rağmen hemen hemen tüm dünyayı gördüm elf gözlerimle. Sonra sıkıldım. Keşke Ankara Pasajda olsaydım dedim. Eve geldim. Eve gelirken ben düşünemedim ama. Neyi mi? Bazı edepsiz çocukların hemen her şeyi bir mizah unsuru olarak diline dolayacağını. Buradan çocuklara bir beddua ile sözlerime son vermek istiyorum. Umarım sonsuza kadar sünnet olursunuz. Düğün havasında.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder