11 Ağustos 2011 Perşembe

"...yaşamak, orospu ve Tanrılar büyüktür."

Portekiz çıkışlı ünlü edebiyatçı Fernando Pessoa, “İnsanlara ızdırap veren dertlerle, Tanrılara ızdırap veren dertler aynıdır” demiş.

I

Kabul edelim ki cümle, etkileyici. Ama onu bizim eleştirel ellerimizden kurtaracak kadar mı? Çok kesin bir biçimde, hayır. İlk elden, şunu söylemek lazım; İnsan, fiziksel olarak, kendi derisinin altına sıkışıp kalmış bir varlıktır. Çoğu zaman, aynı derinin altında debelenip durmaktan sıkıldığını bile farketmeden yaşar. Çaresizdir. Buna karşın Tanrılar (ah o çılgın oğlanlar!) tam olarak, gökyüzünde çok geniş bir yer kaplarlar. Ve pagan dinlerinde helvadan ve tahtadan yapılan Tanrı’lar dışında, hiç kimse herhangi bir Tanrı’nın deri altına sıkışıp kaldığını bilmiyordur, sanırım. Ve böyle düşünmek, Tanrıları küçümsemek olurdu ki, hiçbirimiz onların gazabını istemeyiz.

II

İkinci olarak, şu da var; Deri-altı dünyayının karanlık bölgelerini oluşturan atomlar, herhangi bir maddi cisim gibi (örneğin sandalye) içi boş ve anlamsız bir iç yaşantıya izin verecek türden değillerdir. Misal: Sandalye ve İnsan; her ikisi de atomlardan oluşur. İnsan acı, haz, korku türünden duygulara sahipken, sandalye tek işlevli bir nesnedir ve Mel Gibson’ın üzerine oturmasından korkmaz ya da bu durum onun gelecekle ilgili umutsuzluğa kapılmasına yol açmaz. Sandalyeler ve İnsanlar’dan farklı olarak, yine, Tanrılar’ın bir iç yaşantısı olup olmadığını bilmiyoruz. ( Bu arada söylemeden geçemeyeceğim; dini bütün bir müslüman olarak Allah’ın varlığına inanıyorum; Yalnız mevzu Tanrı’lara gelince kendi adıma sıkıntılar yaşadığımı söylemeden geçemeyeceğim.)

III

Üçüncüsü, insan, aynı zamanda, gündelik bir biçimde kendisini yeniden üretmek zorunda olan bir varlıktır. Bu onu gündelik zorunlulukların, bir başka deyişle özgür olmama hallerinin ortasına yerleştirir. Kadınlar ve erkeklerin, deri-altı dünyalarını yeniden üretmeleri olgusu, özgürlük sorununun neden bedensel olandan yola çıkması gerektiğini gayet net bir biçimde açıklar. Tanrı’ların bedensel ihtiyaçları olduğunu Sağ Hegelciler bile iddia etmemiştir ki onların dinsel olana ne kadar düşkün olduklarını herkes bilir. Her türlü felsefi kategoriyi “Oh my sweet god, please set me free” düsturu ile ele alıp Almanya’nın tarihsel geri-kalmışlığını idare etmeye çabalarlar iken bile durum hiç değişmemişti.

IV

Her neyse, Tanrılar’ı İnsanlar’dan ayıran tüm özellikleri burda uzun uzadıya anlatmaya gücüm yok. İnsanlar’a ızdırap veren dertler ile Tanrılar’ı ızdıraba yönelten dertlerin aynı olduğu, sorgusuz sualsiz ancak panteistler tarafından kabul edilebilir belkide. Çünkü onlara kalırsa, Tanrı(lar) herşeydedir; Klozetin sifonunda, bacalarda, Passaje Barda vb. Bu, Tanrılar’ın Ümraniye çöplüğü civarında yaşadığını söylemek ama aynı zamanda da Paris’in arka sokaklarında kağıt toplayarak geçindiklerini söylemek ile birdir. Eğer Panteistler haklıysa, içine pislediğim klozetin Tanrılar’dan bir parça olabileceği ihtimali beni hiç korkutmuyor. Çünkü, sosyologlar apartmanında yaşayan her dini bütün müslümanın düşündüğü gibi, Tanrılar büyük orospu çocuklarıdır.

1 yorum:

  1. cevap hakkı doğan Pessoa kulağıma fısıldadı: "...biz ki Yazgı'nın torunları, Tanrı'nın evlatlıklarıyız, Tanrı sonsuz Gece'yle evlidir ve o da hepimizi doğurmuş olan Kaos'un duludur".

    Bizzat İsa; "Söz, Mesih, Tanrı Oğlu, İnsanoğlu" diye anılırken, İsa Tanrı'yı Yuhanna'da 109 kez 'baba' diye anarken, öz ya da üvey olsun bir biçimde acıların ortaklığına Pessoa'dan önce beni inandıran tarihi bir süreç var. Yarı Tanrılar'ı da unutmamak gerek. İnsana ait kompleksleri olan Oedipus farz-ı mahal.

    YanıtlaSil