28 Eylül 2011 Çarşamba

Ölüyoruz, Demek ki Yaşanılacak...

Yirmi yedi yaşında ölmek marifet diyorlar:  Bazı yetenekli müzisyenler (Kurt Cobain, Janis Joplin, Jim Morison, Jimi Hendrix filan) madde bağımlılığını biraz abarttıktan sonra bu yaşta ölmüş. Biz [dissosiyatif kimliğimin tüm karakterleri olarak “biz”] bunu bir türlü içselleştiremedik. Yirmi yedi yaşında ölemedik. Zaten gitar çalmayı da bilmiyoruz. Bize ne?

-         Ölmenin kutsanacak bir tarafı olabilir mi lan?
-         Olur tabi.
-         Nasıl yahu?
-         Şehit olursun.
-         Ha siktir sen iyice kafayı buldun. Git gerilla ol o zaman.
-         Savaşırken ölenlerden bahsetmiyorum ki şehit derken.
-         Kimden bahsediyorsun ya, yazarken ölenlerden mi?
-      Hayır. Bak şimdi: Düşün ki adam evli bir kadınla yataktayken o kadının kocasına yakalanıyor. Koca orada adamı öldürüyor. İşte o adam şehit olmuştur.

Aslında yakın zamana kadar ölmek dert değildi. Eros’un aşağı ve yukarı itkileri arasında gidip gelirken [ki Eros’un aşağı itkisi de kendi içinde başka bir “gidip gelme” pratiğini barındırıyordu] sırf “tarihe geçmek” arzumuza engel olamadığımızdan ölmüyorduk. Bunun dışında canımızın istediği herhangi bir an -karizmatik bir “ölmek” olması şartıyla tabi- ölebilirdik. Üstelik -ölümü beklerken sıkılmamak için girdiğimiz bunalımları saymazsak- fazlasıyla da tatmindik “bohemliğimizden”.

Küçük Mumya: Ben üniversiteyi kazanana kadar ölme lan.
Arturo Bandini: Git ders çalış!

Sevgili dostumuz Dünya ve Pantolon’da hayaları boğazında bir adam tasvir etmişti. Biz o adamı anlamamış fakat ona “eşlik” etmiştik. Sevgili dostumuz iyi dikilmiş bir pantolonu kötü tasarlanmış bir dünyaya tercih ediyordu. Biz de tercih ediyorduk. Sevgili dostumuz “yine dene, yine yenil” diyordu. Biz denemeyi seviyor fakat yenilgiyi bir türlü hazmedemiyorduk. Sevgili dostumuza -ve sevgili dostumuz benzeri başka dostlarımıza da- “eşlik” ederken yarattığımız kaos, sınırsız olmayı teşvik etse de bizim -sırf korktuğumuzdan- çizdiğimiz sınırlarımız, özellikle de “bir daha asla yapmam” dediğimiz şeyler vardı:

1- 1996 yazındaki kavgada; şişeyi kırıp “gelin ulan” diyen çingeneyi ciddiye almamak.
2- Sevgilinin başkasından peydahladığı çocuğu kendinin sanıp kürtaj masrafını karşılamak.
3- Altı kişi saldırdıklarında “erkekseniz teker teker gelin lan” demek. (Sonra hepsinden teker teker altı kere daha dayak yemek).
4- Kendini yakarak intihar etmeye yeltenmek, sonra götü yememek.
5- Seni aldatan bir kadınla tekrar birlikte olmak.
6- Telefon sapığını eve çağırıp onunla yatmak.
7- Sırf macera olsun diye bir kadını başkasıyla evlenmekten vazgeçmeye ikna etmek.
8- Sadece herkesin ortasında yapmaya cesaret edebildiği için yüz kiloluk bir kadınla yatmak.
9- Bir kadınla öpüşürken evleneceği adama -düğününden bir hafta önce- yakalanmak.
10- Hastaneye yatmak.

Tüm bunların ötesinde, en ihtişamlı tabumuz, telafi edemediğimiz en büyük hata, “bir daha asla yapmamlar” listesinin en önemli maddesi; güvenmekti. Öyle ki, Tanrıya bile sırf ona güvenemediğimizden inanmadık biz.

Hera: Yarattığım erdemi bir kayaya bağlayıp, her gün ciğerinden bir parça kopardım. Ve her gün kendini yenileyen bu ciğerle besledim canavarımı.
Arturo Bandini: Edebiyat yapma kızım! Benim ciğerim beş para etmez.

Çocukken tek kişiydik, bölünerek büyüdük biz. Kendimize olan güvenimiz arttıkça başkalarına karşı güvensizliğimiz de arttı. Maceraya, akla gelmedik çelişkilere, olup olmadık şeylere bağımlı hale geldik. Ölmedik, çünkü elimizde daha iyisi vardı: İçinde her gün yeniden doğduğumuz Kaos. Teorik olarak “kelebeğin kanat çırpması” vesaire…

TikerBell: Öldür nefretini!
Arturo Bandini: Nefretimin rahminde döllenen hayatlar ne olacak?

Öldürdük mü? Bilmiyoruz. Kelebeğin kanat çırpması gerçekten fırtınalar yaratıyorsa perilerin kanat çırpması neye muktedir tahmin bile edemeyiz. Aramızdan ölenler oldu, kalan sağlar olarak silahlarımızı attık, gözümüzü alan ışığa teslim olduk. Pişman değiliz. Yehova’nın uslanmaz Yahudileriyiz. Vaat edilen topraklara mı gidiyoruz yoksa başka bir toplama kampına mı sevk ediliyoruz belli değil. Her halükarda kesin olan bir şey var: “Ölüyoruz, demek ki yaşanılacak”.

1 yorum:

  1. TinkerBell: Nefretinin rahminde döllenen hayatlar, zaten ölmeye mahkumlar :)

    YanıtlaSil