15 Ocak 2012 Pazar

Kader'in İnşaasında Aşk'ın Kolon Hali


Âşık olduğunda kendini seviyor insan. Layık gördüğü bir gözden kendini seyretmek istiyor. Bu yüzden kördür ya aşkın gözü, çünkü karşısındakine değil, kendine bakıyor o göz, aynada kendini izler gibi…
Beyni kendini görmeye ihtiyaç duyduğunda –kendince- seçiyor dengini, gönderiyor yalaz sinyalleri gönlüne, sonrası malum, ısınan ve harekete geçen hücreler bir çarpışmaya şahit oluyor ve ateş bacayı sarıyor nihayetinde.
Kendini görebildiği ve yüceltebildiği ölçüde mutlu oluyor âşık; karşısındaki ayna görevi görmeyi reddettiğinde yıkılıyor dünyası ve kendi canını acıtıyor âşık. Kendini yüceltmek istediği kadar acı da vermek istiyor, bir tür bedel gibi…
Bedeli oluyor acı, yaşanmak istenen hazzın. Ve sonra acıdan haz alıyor her bir zerren, yaşayacağın hazzın düşüncesi gönlüne düşmüşken…
Beyni ruhuna can çekiştiriyor, bedeni olacaklara mahkûm ve acı, çileyi, çile terbiyeyi yoğuruyor kendi kavında. Ortaya çıkan mamul yine senden başkası değil. Bir zafer, bir kurtuluş ya da bir başarısızlık ölçütü oluyor aşk.
Sonra âşık kendi gözünden bakabiliyor dünyaya, tüm sinyallerin alacakaranlığından sıyrıldığında ve kendini görüyor orada. Dünyanın tam ortasında, merkezinde, her bir zerresinde… 
Ya geçmiş üzüntülere boğuyor yürek kendini ya da orijin diyor durduğu ve ilk adımı atacağı hayata. Ya korkularla bezeli ruhu bir uçtan diğerine zikzaklar çiziyor veya çizgilerden yeni bir iskelet kuruyor kaderine.
Minnettarım aşk!
Minnettarım ruhuma dokunduğun için,
Ona verdiklerin kadar aldıkların,
Sürüklediğin, götürdüğün, gösterdiğin için…
Ve müteşekkirim aşk!
Anlamama izin verdiğin için…

Not: Bu yazıyı 2010 yılında bir başka blogda yayınlamışım ve hatta unutmuşum gitmiş bir de. Geçenlerde, bir göz atayım derken rastladım ve hayli hoşuma gitti; bir 'aferin' çektim kendime, sonrası da, malum olduğu üzere, paylaşıyorum kendinizden bir şeyler bulmanız ümidiyle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder